top of page

Arama Sonuçları

56 öge bulundu

  • 222.222: Eşyalara Bağlanmak

    Hepimizin özel gördüğü, ayrılmaktan çekindiği hatta hayatının sonuna dek saklamak istediği eşyaları vardır. Bu eşya eski bir elbise, bir müzik kaseti, bir mobilya ya da belki bir araba olabilir. Belirli eşyalarla neden duygusal yakınlık kurduğumuzu ve onlardan ayrılmaktan neden çekindiğimizi hiç düşündünüz mü? Ben bugün düşündüm. Bunu düşünmeme neden olan özel bir durum gerçekleşti zira. Hayatımın yarısında benimle birlikte olan kıdemli dostum, siyah incim 222.222 kilometreye ulaştı! Onun yaşlanıyor olması ve belki de yakında yollarımızın ayrılacak olması benim için biraz üzücü. Babam almıştı siyah inciyi, ben henüz 13 yaşındaydım o zaman. Araba kullanmayı onunla öğrendim. En güzel tatillere onunla gittim. Lise mezuniyetime beni o götürdü, üniversitede de yanımdaydı. Şu anda iş hayatımda olduğu gibi. Beraber on binlerce kilometre yol gittik. O beni taşıdı, ben onun yemini suyunu verdim, bakımını yaptım. Mutualist bir ilişkimiz vardı. Öyle bir anlatıyorum ki kadim dostumu, sanırsınız bir insan! Hadi biraz gerçekçi olalım; onun sadece bir araba olduğunu ve insanların ulaşım ihtiyacını karşılaması için üretilmiş bir eşya olduğunu hatırlayalım. Onu satsam dahi, bir başka ulaşım aracının benim ihtiyacımı karşılayabileceğini, ve bir eşya olarak siyah incinin çok da yokluğunu hissetmeyeceğimi biliyorum. Peki beni gerçekten üzen şey ne? Bunun yanıtını hep birlikte irdeleyelim! Biraz insan ve eşyanın ilişkisine değinmek istiyorum öncelikle. Eşyalar bizim için ne ifade eder? Biz eşyalara neden değer veririz? Sahip olduklarımız aslında benliğimizin birer uzantısı niteliğindedir. Elimizdeki telefon, ayağımızdaki ayakkabı, altımızdaki araba… Tüm bunlar sahip olduğumuz statünün ve tarzın simgeleridir. Diğer insanlara kim olduğumuz ve nereye ait olduğumuzla ilgili mesajlar verir. Bir eşyaya sahip olma duygusu henüz çok küçük yaşlarda başlar ve sahip olma duygusuyla birlikte kıskançlık baş gösterir. Muhtemelen birçoğumuz çocukken belirli oyuncaklarını paylaşmak istememiş ve bazı nesnelere ciddi bir bağlılık göstermişizdir. Henüz çocukken dahi sahip olduğumuz nesnelerin özel ve benzersiz olmasından hoşlanıyoruz. Ergenlik döneminde bir eşyaya sahip olmak, bireyin kendisini daha pozitif olarak algılamasına yardımcı oluyor. Ergenlik çağının ortalarındaki bireylerde eşyaya gösterilen önem diğer birçok gelişim dönemine kıyasla daha fazladır ve bunun nedeni olarak ergenlerin öz saygı düzeylerinin genellikle düşük olması gösterilir. Ergenlikle birlikte bireyler eşyaları kendilerini ya da olmak istedikleri kişiyi yansıtan varlıklar olarak görmeye başlarlar. Ehliyetini almış birçok genç yetişkin birey için araba özel bir eşyadır ve onu kendilerinin bir parçası olarak görürler. Bol bol yıkar, modifiye eder ve onu güzelleştirmek için çaba harcayabilirler. Genellikle ilerleyen yaşlarda arabaya verilen değerin ve kendiyle özleştirmenin azalmasıyla birlikte araba için harcanan çaba ve özen de azalır. Eşyalara sahip olmak istemekle ilgili bir başka bulgu ise ilginç. Yapılan bir çalışmada kendisini yetersiz ve güçsüz hisseden insanların daha değerli eşyalara sahip olmak istediği bulunmuş. Diğer yandan sahip olunan eşyaların dışarıya verilen bir sinyal olduğu ve bu sinyalin bazı durumlarda sosyal kabulü arttırdığı da kabul edilen bir gerçek (örneğin; Fenerbahçe formasına sahip birinin Fenerbahçeli kişilerce kabul edilmesi, lüks arabası olan bir gencin daha çok ilgi görmesi, şık elbiselere sahip birinin işe girme ihtimalinin artması vb.). Eşyalarımıza yüklediğimiz anlamlar arttıkça, bizim için daha da paha biçilemez hale gelirler. Bazı hayat olayları, bugüne tek biriktirmiş olduğumuz eşyalardan ayrılmamızı gerektirir. Bir evden başka eve taşınırken, yeni bir işe girerken ya da evliliği sonlandırırken aynı zamanda o ana kadar sahip olduğumuz bazı şeylerden de uzaklaşmamız gerekir. Bu zorlu süreci atlatmak için çoğumuz yeni aidiyetler ve yeni sahip olunacak nesneler ararız. Bazılarımız ise bunu özgürlüğe açılan bir kapı olarak görebilir. “Her şeyimizi kaybettiğimizde her şeyi yapabilecek kadar özgür oluruz.” Tyler Durden – Fight Club Birçok kez eşyalar duygusal anlamlar taşırlar ve geçmişin koruyucuları olabilirler. Örneğin oğlunun/kızının bebeklik eşyasını elden çıkaramayan bir anne bu eşyayı verirse, onunla birlikte anılarını ve geçmişinden bir parçayı da vereceğini düşünür. Yıllardır kullanıyor olduğu arabasından ayrılmak istemeyen bir birey, o araba ile yaşadığı anıları da arabayla birlikte elden çıkaracağını hissediyor olabilir (şair burada kendinden bahsediyor sanırım). Çocukluğunda yaşadığı evin yıkıldığını gören bir insan bütün geçmişi yok olmuşçasına ağır bir travma yaşayabilir. Farklı bir çalışmaya denk geldim. 16 yaşından 92 yaşına kadar katılımcıların olduğu bir deneyde, 1915 model Dodge’dan 1994 model Chrysler’a kadar olan çeşitli arabalar sunulmuş ve katılan kişilere hangi arabayı tercih edecekleri sorulmuş. Kadınlarda herhangi bir farklılık gözlemlenmemiş. Ancak erkekler ortalama olarak 26 yaşlarındayken popüler olan arabaları daha fazla tercih etmişler. Bu etkinin diğer eşyalarda, yemeklerde de gözlemlenebileceği düşünülüyor. Yani insanlar özellikle gençlik yaşlarında kullandığı ürünleri daha çok tercih ediyor ve gençlik anılarıyla özdeşleştirdikleri için daha değerli buluyorlar. Bu çalışma benim arabamın eskiyor olmasına ve belki de yakında satacak olmama üzülüyor olmamı açıklıyor mu emin değilim. Ama şu bir gerçek ki, bundan 30-40 yıl sonra geriye dönüp baktığımda “Peugeot 307 çok güzel bir arabaydı, bir daha onun gibisini bulamadım.” deme ihtimalim çok da düşük değil. Sadece kendi eşyalarımız değil, başkalarının eşyaları da bizim için bazen çok değerli olabiliyor. Ölen bir yakınımızın ardından onu hatırlatan en önemli eşyalarını saklıyor olmamız, aslında o eşyaların kaybını yaşadığımız kişiyi hatırlatmasından ve onun bir parçası olarak görülmesinden ileri gelir. İnsanlar ve eşyalar arasındaki ilişkilerin yoğunluğu bazen olumlu bazen ise olumsuz olarak değerlendirilir. Bazı çalışmalarda depresif ruh haline sahip bireylerin eşyalara daha fazla değer verdiği ve yeni tecrübeler yaşamaktansa yeni eşyalara sahip olmayı arzulayan bireylerin toplum tarafından daha az kabul edildiği bulunmuş. Diğer yandan insanlar arasında ilişki kurma, aidiyet ve sahiplik hissetme ve kendini ödüllendirme gibi olumlu işlevleri olduğu da biliniyor. Bu yüzden sanırım en sağlıklısı; eşyaları işlevini yerine getirecek derecede kullanmak ve onlardan duygusal ve maddi açıdan faydalanmak, ancak bunu bir takıntı haline getirmeden gerektiğinde o eşyaları elden çıkarabilecek kadar da özgür hissetmek. İlginç gelebilir ama gereksiz eşya biriktiren kişilerin bir kısmının ‘İstifleme Bozukluğu’ adı verilen bir ruh sağlığı sorunu yaşadığı belirtiliyor. Bu kişiler yeni bir eşya aldığında, ne olur ne olmaz diye eskisini saklamaya devam ederler. Kullanılmayan gereksiz bir eşyayı, kenarda dursun bir gün lazım olur diye bir kenarda saklarlar. Eşyaların bir çoğu ile çok fazla duygusal bağ kurarak çöpe atmaktan ya da birilerine vermekten çekinirler. Çoğu zaman da önemli bilgileri kaybetmekten korkarlar. Tabi ki her eşya saklayan, ya da eşyalarından ayrılmakta zorluk çeken, onlara manevi bir değer yükleyen insan, psikolojik bir sorun yaşıyor diyemeyiz. Ancak bu çok aşırı düzeyde ise ve hayatı zorlaştıran bir duruma geldiyse, üzerinde şöyle bir düşünmekte fayda var. Hem okudum, hem yazdım hem de kendim düşündüm. Ben neden siyah inciyi çok seviyorum. Neden 222.222 kilometreye gelmiş olması beni duygulandırıyor. Neden onu satma ihtimalinden çekiniyorum? Cevabım şu an daha net sanırım. İlk başta da anlattığım gibi o araba yaşadığım bir çok güzel anıda, çocukluğumda, gençliğimde benimle birlikteydi. Ve onu elden çıkaracak olmak hayatımın yarısında yanımda olan bir eşyamdan, benim bir parçamdan ayrılacak olmamı simgeliyor. Ancak sanırım şunu da unutmamak gerekli, o sadece bir eşya, onu para ile satın aldık. Güzel anılarımın hepsi zihnimde ve arabayı sattığımda bu anılar yok olmayacak. Diğer yandan alacağım yeni bir araba, bana yeni güzel anılar vadediyor. Önemli olan, “ben bir birey olarak, yeni anılar oluşturma konusunda ne kadar becerikliyim?”, “Hayatımı güzelleştirmek için eski eşyaları elimde tutmaktan fazlasını yapabiliyor muyum?” sorularını kendime sorabiliyor olmak. Eğer sizin de belirli eşyalara (ya da bir çok eşyaya) bağlılığınız var ise ve bir gün onlardan ayrılmanız gerektiğinin farkındaysanız, bu işi sizin için kolaylaştırmak için iki soru soralım. 1) Bir eşyaya karşı yaşadığım bu bağlanma, benim hangi ihtiyacımı gideriyor? 2) Bu ihtiyacımı giderebilmek için, belirli bir eşyayı sürekli elimde tutmak yerine ne tür bir yol bulabilirim? Bu sorular üzerinden bir örnek vermek gerekirse; bazı insanlar, eski eşyalarına geçmişi ve güzel anılarını hatırlattığı için bağlanır ve onlardan ayrılmak istemezler. Bugününde yeterince mutlu olamayan ve güzel anılar oluşturmakta zorlanan bireyler, bu davranışı daha çok gösterebilirler. O halde böyle bir durumda yapılabilecek en güzel şey, hayattan yeniden keyif alabilmek için oluşturulacak etkinlikler, edinilecek hobiler ve tanışılacak yeni insanlar olabilir, değil mi? Tüm bu bilgiler ve yorumlar üzerinden siz de şöyle kendinizi bir sorgulayın bakalım. Hangi eşyalara neden çok bağlı olduğunuzu, sizin hangi ihtiyacınızı karşıladığını bulun. Sakladığınız eşyaların yığınlar oluşturmadığından ve evinizde, dolaplarınızda büyük bir alan işgal etmediğinden emin olun. Hayatınızı nasıl kolaylaştırabileceğinizi, ve sizi neyin daha mutlu edebileceğini keşfedin. Sonrasında tercih ederseniz eski dostlarınıza elveda diyebilirsiniz. Yakında benim ‘siyah inci’ye diyeceğim gibi. *Bu yazı hayatımı güzelleştiren ve kolaylaştıran, arada arızalansa dahi beni hiç yolda bırakmayan, ömrüm boyunca aklımda değerli bir yeri olacak ‘siyah inci’ye ithafen yazılmıştır. :) Kullandığım kaynaklar: https://www.2knowmyself.com/emotional_attachment_to_things https://aklinizikesfedin.com/istifleme-biriktirme-bozuklugu-nedir/ https://thepsychologist.bps.org.uk/volume-26/edition-8/psychology-stuff-and-things

  • Stres: Hayatımızın Bir Parçası

    Bizi bitiren stres değil, ona verdiğimiz tepkidir. Hans Selye Stres hayatımızın bir parçası ve kaçınılmaz bir durum. Baş ağrısı ile eve geldiğimiz ve o gerginliği tüm vücudumuzda hissettiğimiz günler hiç de az değil. Bizi zorlayan ve baskı altında hissetmemize neden olan olayların kalp atışımızı hızlandırdığını, nefes alışveriş düzenimizi bozduğunu birçok kez fark ediyoruz. Bu tür durumlarda bir sigara yakmak, öfkelenerek bağırıp çağırmak ya da kaçıp gitmek yerine, kendimizi rahatlatacak doğru stratejinin ne olduğunu bulmamız gerektiğinin de farkındayız. Herkes stresle baş etmek için farklı yöntemler kullanır. Bu yöntemlerin bir kısmı işlevsel ve hayatı kolaylaştırıcıdır. Ancak işlevsel olmayan ve yarar sağlamayan stresle başa çıkma yolları da vardır. Kaçma, saldırganlık, içe kapanma, alkol ve sigara kullanma, kötü beslenme, görmezlikten gelme, başkalarını suçlama, inkar ve bastırma, sıkıntıları içine atma, başkalarına sinirlenme gibi stresi azaltma yolları yararsız ve işlevsiz başa çıkma yollarıdır. Biz stresli anlarımızı genellikle birbirimize destek sağlayarak, strese neden olan soruna çözüm arayarak ve bazen de –iyi bir yöntem olmadığını bilsek de- stres verici durumdan kaçarak aşmaya çalışıyoruz. Stres hayatımızın bir parçası. Onu belli bir yere kadar kabul etmeli ve yaratıcılığımızı arttırmasına izin vermeliyiz. Ancak bizi çok zorladığı ve yorduğu anlarda strese karşı mücadele etmemiz gerekiyor. O anlarda stresimizi azaltmak ve kontrol edebilmek için takip edebileceğiniz adımları sizinle paylaşalım istedik. 1. Stresi Nasıl Yaşadığınızı Fark Edin. Stresli olduğunuzu nasıl fark edersiniz? Stresli olduğunuzda düşünce ve davranışlarınızda neler değişiyor? Stresle baş edebilmek için stresi fark etmek en temel adımdır. 2. Stres Kaynaklarını Tanımlayın. Hangi durumlarda stresli hissediyorsunuz? Bunlar iş yaşamı, aile ile ilgili ilişkiler, maddi durum veya birçok farklı konuda olabilir. 3. Stresli Durumda Vücudunuzun Size Gönderdiği Sinyalleri Keşfedin. Herkes yaşadığı strese yönelik farklı tepkiler gösterir. Kimi stresli olduğunda konsantrasyon problemleri yaşarken, kimi patlamaya hazır bir bomba olur, bir başkası baş ağrıları yaşar ya da tüm enerjisinin bittiğini hissederek hiçbir şey yapamayacak halde olur. Vücudunuz size nasıl sinyaller gönderiyor? Keşfedin. 4. Stresle Nasıl Başa Çıktığınızı Fark Edin. Kendinizi koşuşturma içinde ya da gerçekten bunalmış hissederken hangi çözüm yollarını tercih ediyorsunuz? Sağlığınızı olumsuz yönde etkileyecek çözüm yolları aklınıza ilk gelen yöntemlerden mi oluyor? Örneğin stresle başa çıkmak için sigara içmek, alkol-madde kullanmak, yetersiz ya da çok fazla yemek yeme gibi. 5. Stresi Yönetmenin Sağlıklı Yollarını Bulun. Egzersiz, hoşlanacağınız hobiler edinmek, aile bireyleri veya arkadaşlarla konuşmak ve vakit geçirmek gibi yaşadığınız stresi düşürecek etkinlikler bulmak stresle baş edebilmek için sağlıklı çözüm yollarından olabilir. Herhangi bir sebeple başlayan sağlıksız davranışların zaman içinde yerleşeceğini ve o davranışı bırakmanın çok daha zor olacağını unutmayın. Ancak bir anda her şeyi değiştirmenin mümkün olmayacağını bilmek önemlidir. Değişim adım adım ve istikrarla olacak bir şeydir! 6. Kendinize İyi Davranın. Sağlıklı beslenmek, yeterince uyumak, bol su içmek ve fiziksel aktiviteyi artırmak kendimize iyi davranmanın temel adımlarını oluşturuyor. Kısa bir yürüyüşe çıkmak, düzenli spor yapmak, size her ne keyif veriyorsa onu yapmak hem fiziksel hem zihinsel olarak rahatlamanıza yardımcı olacaktır. Hayat ne kadar telaşlı olsa da kendinize zaman ayırın! Bu iyi bir kitap okumak ya da sevdiğiniz bir müziği dinlemek bile olabilir! 7. Destek Alın. Yaşadığınız stresi paylaşabileceğiniz aile üyesi ya da arkadaşınız olması ve sorunlarınızı paylaşmak size iyi geldiği takdirde stresi sağlıklı bir şekilde yönetmenize yardımcı olabilir. Ancak buna rağmen yine de yaşadığınız stresle baş etmekle zorlandığınızı hissediyorsanız size destek olacak bir uzmanla görüşebilirsiniz. Kısaca size ve kendimize verebileceğimiz son öneri şu olabilir: Asla yoğun strese teslim olma. Her zaman bir çıkış kapısı vardır. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere. Not: Soru ve katkılarınızı yorum bölümünden ya da bize ulaşın bölümünden gönderebilirsiniz. Bu yazıda faydalandığımız kaynak için tık tık :)

  • Cesaret: İçimizdeki gizli güç

    Cesaret… Öyle ortada kalmış bir kavram ki. Bazen aptallara atfedilir, bazen kahramanlara. Bir gün cesaretinle rezil olursun, bir başka gün cesaret seni zirveye taşır. Cesur olmak çoğu zaman övülür, ancak hangi konularda cesur olman gerektiğine toplum karar verir bir yandan. Toplum tarafından kabul edilerek, sosyal bireyler olarak hayata devam etme içgüdüsü, cesareti biraz ketleyen bir nokta olabilir bazen. Tartışarak bitmeyecek bir kavram, yine de biraz beyin fırtınası hepimize iyi gelecek. Cesaret kelimesi genel olarak, korkunun zıttı olarak kullanılır. Yani cesur insanın belirli bir konuya dair, korkusu olmadığı düşünülür. Kimi insan aşk ve ilişki konularında cesur görünür, kimisi iş yaşamında, kimisi kavgada ya da risk almada. Peki gerçekten cesaret, bir insanın erken yaşlarından bu yana yapmakta iyi olduğu şeyi sürdürmesi midir? Bizce hayır. Cesaret güçlüğü kapsar ve güçlük karşısında ortaya çıkar. Cesaret; bu güne kadar yapamadığımız şeyleri denemektir. Kendi zincirlerimizi kırmaktır. Denemeye hevesli olmak, başarısız olmaktan korkmamaktır. Konfor alanından çıkmak ve yeniliklere açık olmaktır. Cesur bir davranışın, gerçekten cesur bir davranış olduğunu ancak kişi kendisi bilebilir. Zira sınırlarımız, zihnimizde saklıdır ve sınırların kırılma noktasını kendimiz belirleriz. Şunu da unutmamak gerek; bazen kendimizi yetersiz görebiliyor ve cesur olduğumuza dair inancımızı kaybederek denemekten ve yeni bir adım atmaktan vazgeçebiliyoruz. Bu yüzden öncelikle kendimizi tanımak ve kapasitemizi keşfetmek, yaşayacağımız olaylarda gereken cesareti ortaya koyabilmek için gerekli gibi duruyor. Aşağıdaki etkinlik bu konuda bize yardımcı olacak. Kendimizden bahsedecek olursak; bu aralar biraz cesarete ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz. Kendi konfor alanımızdan çıkmaya, bir şeyleri denemeye, başarısızlıktan korkmamaya ihtiyacımız var. Kendi sınırlarımızı yıkmaya karar verdik diyelim. Bunun sonucunda ne olacak, şu anda bilmiyoruz. Zaten gelecekte ne olacağını, hiçbir cesaret örneği göstermesek dahi bilemeyecektik. Bu yüzden bilinmezlik, hayatımızın yeni bir parçası olmayacak aslında. Denemeye olan inancımızı büyütüp, cesur insanlar olmaya dair bir adım attık. Bunu yaparken kullandığımız tek strateji “karar vermek”ti. Ne yapmak istediğimize, nasıl yaşamak istediğimize, hedeflerimize ve geleceğimize dair bir karar. Yapacağımız şey yoldan geçen ilk arabaya binmek değil. Onlarca ihtimali değerlendirerek planlar ve yedek planlar yaptık. Buna rağmen konfor alanımızdan çıkma mecburiyetine karşı cesaret göstermemiz gerekiyor. Başarılı olacağımıza dair hiçbir söz ve garanti yok. Ancak kendimize güvenimiz tam. En büyük motivasyonumuz, deneyecek olmak ve beş yıl sonra dönüp baktığımızda “keşke!” demeyecek olmak. Hazır içimizde bir cesaret ateşi var, neden size de biraz bulaştırmıyoruz? Konuyla ilgili güzel bir kaynak bulduk ve hepimize faydası olacağını düşündüğümüz bir egzersizi paylaşalım istedik. Öncelikle cesaret kavramını biraz açmak gerekecek. Cesaretin farklı tanımları var. Bu tanımlar 6 başlık altında toplanmış. Eminiz ki herkes, en azından bir başlık altında kendisine ait bir şeyler bulacaktır. FARKLI CESARET TANIMLARI 1)Korkuya rağmen harekete geçmek Korkuya rağmen, bunu bir meydan okuma olarak görerek, harekete geçen ve korkusunun üstesinden gelen bireylerin gösterdiği cesaret örneğidir. “Cesaretin korkunun yokluğu değil, korku üzerindeki zafer olduğunu öğrendim. Cesur olan kişi, korkmayan kişi değil, korkandır, ama bu korkuyu fethedendir.” Nelson Mandela 2)Kalbinin sesini dinlemek Bir merakı, bir tutkusu olan ve kalbinin sesini dinleyerek kendi çizdiği yolu takip eden, bu uğurda önüne çıkan zorlukları aşan insanların göstermiş olduğu cesaret örneğidir. “Tutku, kendimize meydan okumak ve yeni şeyler keşfetmek için bizi çılgınlığa teşvik eder ve sıra dışı şeyler yapmamızı tetikler. Tutku cesaretin kalbidir ve hep öyle olmalıdır.” Midori Komatsu 3)Zorluklara karşı mücadele etmek Hayat ne getirirse getirsin, en zor anlarda dahi umutsuzluğa kapılmadan elinden geldiğince mücadele eden insanların göstermiş olduğu cesaret örneğidir. “Bir kahraman, sıradan bir insandan daha cesur değildir. Ama 5 dakika daha cesurdur.” Ralph Waldo Emerson “Cesaret her zaman kükremez. Bazen cesaret günün sonunda ‘Yarın tekrar deneyeceğim.’ diyen küçük ses olur.” Marry Anne Radmacher 4) Doğru olan için dik durmak Doğru olduğunu düşündüğü şeyler için, ne pahasına olursa olsun dik duran bireylerin gösterdiği cesaret örneğidir. “Sesin titrese bile, aklından geçeni söyle.” Maggie Kuhn 5)Sınırlarını genişletmek ve konfor alanından çıkmak İçinde bulunduğu rahat yaşamdan ve kendisine çizmiş olduğu sınırlardan uzaklaşmayı başararak yeni tecrübeler edinme girişiminde bulunabilen bireylerin göstermiş olduğu cesaret örneğidir. “İnsan limandan uzaklaşmaktan korkarsa, yeni okyanuslar keşfedemez.” Lord Chesterfield 6)Acıya inanç ve onur ile göğüs germek Yaşanılan zorluklara ve çekilen acılara rağmen inanç ve onur ile mücadele edebilen insanların gösterdiği cesaret örneğidir. “Göz yaşlarından utanmaya gerek yok. Çünkü gözyaşları, en büyük cesaret örneğine tanıklık eder; acı çekme cesareti.” Viktor Frankl Muhtemelen bu 6 tanımlamadan herhangi birinde ya da birkaçında kendinizi görüyorsunuzdur. Hayat içerisinde cesaret sergilememiz gereken birçok olayla karşılaşıyoruz. Ancak her zaman harekete geçmek ve ben cesurum demek çok kolay olmuyor elbette. Kendimizi daha iyi tanımamızı, cesaretimizi arttırmamızı ve duruma göre uyarlamamızı sağlayacağını düşündüğümüz şu egzersize gelelim… CESARET EGZERSİZİ Kendinizi dinleyebileceğiniz sessiz bir ortama geçin ve elinize kalem kağıt alın. *İlk başlığımız olan “Korkuya rağmen harekete geçmek” cesaret tanımını düşünerek etkinliğe başlayın. Soruları bu tanımı göz önünde tutarak yanıtlayın. *Bir yetişkin olarak geçmişte korktuğunuz ve korkunuzla yüzleşerek harekete geçtiğiniz bir durumu hatırlayın. 1) O anda ne gözlemlediniz ve neler hissettiniz? (ör: Lunapark’ta gondolu gördüm ve mideme heyecandan sancılar girdi) 2) Kendinizi cesaretlendirmek için ne dediniz? Etrafınızdakiler size ne dedi? (ör: Kendime küçücük çocukların bile gondola binebildiğini ve bu yüzden benim de yapabileceğimi söyledim) 3) Hangi noktada korkunuz azalmaya başladı? 4) Şimdi çocuklukta korktuğunuz ve bu korkuyla yüzleştiğiniz bir durumu aklınıza getirin. İlk sorudaki durumla benzer yanları var mıydı? 5) Şimdi de şu anda zorluk yaşadığınız, korktuğunuz veya kaygılandığınız bir durumu düşünün. En çok neden korkuyorsunuz? (ör: zam istersem patronum beni kovabilir.) 6) Şimdi önceki iki tecrübenizi düşünün ve o zaman kullandığınız cesaretlendirici becerilerinizi bugünkü durumunuza uyarlayıp uyarlayamayacağınızı kontrol edin. Kendinize, bu becerilere sahip olduğunuzu ve bunları geçmişte kullanabildiğinizi hatırlatın. Bu becerileri kullanmanıza engel olan zihinsel ve çevresel engeller neler? Bu engellerden nasıl kurtulabilirsiniz ya da onlarla nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu etkinliği, yukarıda yazmış olduğumuz 6 farklı cesaret tanımına uyarlayarak ayrı ayrı 6 gün boyunca sürdürün(örneğin etkinliğin ikinci gününde “kalbinin sesini dinlemek” cesaretini gösterdiğiniz geçmiş deneyimlerinizi hatırlayarak ilerleyin). 7. Güne geldiğinizde, size en anlamlı gelen kendi cesaret tanımınızla birlikte son kez etkinliği tekrarlayın ve güncel olarak yaşadığınız zorlayıcı duruma karşı nasıl bir tutum ile yaklaşacağınızı bulmaya çalışın. Bu etkinliği bulduğumuz İngilizce kaynağı da aşağıda veriyoruz. Bize oldukça güzel geldi. Kendimizi tanımak ve bizi cesur yapan niteliklerimizi keşfetmek oldukça önemli bir kazanım olsa gerek. Her ne olursa olsun, hayat birçok kez kritik adımlar atmamızı gerektiriyor. Cesaret, içinde taşıyor olduğu onlarca anlamla birlikte, hayatımızda büyük bir rol ediniyor. İlerlemenin, değişmenin, büyümenin ve kendini gerçekleştirmenin anahtarı belki de cesur olmak. Kimi zaman engelleri aşarak, kimi zaman dik durarak, kimi zaman acı çekerek. Hepimizin cesur bir ömrü olsun :) Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Not: Sorularınızı yorum bölümünden, ya da bize ulaşın bölümünden gönderebilirsiniz. Egzersizin alındığı kaynak için tıklayın.

  • Ertelemek: Nasıl Değişiriz?

    Tüm haftamız bir koşuşturma içerisinde geçti. Çalışma hayatının yanında, yaptığımız yüksek lisanslarımızın da tez dönemindeyiz. Bu aşamada yaşadığımız ise okula gitmek için işten alınan izinler, şehirlerarası yolculuk, hocayı odasında yakalama telaşı, evrak teslimi, enstitü onayı, etik kurul, acaba herhangi bir şey eksik olabilir mi kaygısı… Neyse ki uykusuz geceler kısmına henüz gelmedik :) Ancak bu kadar telaşın içinde yorgun argın eve gelip kendimizi koltuğa attığımız anda başka hiçbir şey yapmama isteği ile yemek yerken açtığımız diziden bir bölüm daha izleme isteği birbiriyle kapışır! Öyle ki içimizde hocaya teslim edilmesi gereken yazının kaygısıyla koca bir akşam hiçbir şey yapmadığımız çok oldu. E erteledik de ne oldu? Kısa süreli rahatlama yaşadık ve şundan sonra yaparım bundan sonra kesin başlıyorum diyerek çok da önemli olmayan işlerimize öncelik verdik. Genel olarak erteleme ile birlikte sağlığımız, gün içindeki enerjimiz, başarımız, uyku düzenimiz etkileniyor. Öyle ki son geceye kadar ertelenip uykusuz bir şekilde bitirmeye çalışılan işlerin arkasından uyku problemi gelebiliyor. Bunun sonrasında dikkat, konsantrasyon, karar verebilme becerisinde sorunlar ortaya çıkıyor. Doğal olarak da işte, okulda, aile ile ilişkilerde başarı etkileniyor. Yapılan çalışmalarda tamamlaması gereken görevi erteleyerek yapan kişilerin kendini daha yetersiz ve olumsuz olarak algıladığı, bu kişilerin yoğun stres içerisinde olduğu bulunmuş. Erteleme, zaman zaman hepimizin yaptığı ancak çok da sağlıklı olmayan bir davranış olarak karşımıza çıkıyor. Peki tez çalışmalarını ertelemeden, ödevleri zamanının gerisinde bırakmadan, buzdolabındaki sebzelerin bozulmasına izin vermeden, patrondan işle ilgili uyarı almadan, yapmamız gerekenleri zamanında yaparak kaygısız, mışıl mışıl bir uykuyu nasıl elde edebiliriz? Yapman gereken işi küçük parçalara böl. Elinizdeki işe bütün olarak baktığınızda olduğundan daha büyük görünebilir. İşi küçük parçalara ayırarak nereden nasıl başlamanız gerektiği ile ilgili plan yapabilirsiniz. Sonrasında ilk adımı atmak çok daha kolay olacaktır. Başlamaya karar ver. Bir göreve nasıl başlayacağımızı bilmediğimizde onu sürekli erteleriz. Yapman gereken işi somutlaştır, ne yapman gerektiğiyle ilgili adımları not et. Kendine alan oluştur. Yapman gereken işi en iyi nerede yapabilirsin? Fiziki olarak rahat edebileceğin bir ortam hazırla. Biz çalışmalarımız için salondaki geniş masayı düşündük! Bunun yanında zihinsel olarak da kendi çalışma alanımızı oluşturmamız gerekiyor. Sürekli instagram feed’ini yenilerken ya da whatsapp mesajlarına cevap yazarken çalışmak çok zor :) Alarmları ve hatırlatıcıları ayarla. Bir görevden kaçındığımızda onu unutmak da o kadar kolay oluyor. Ancak alarmı kurduğumuzda uyarı sayesinde görevimizi yapmamız daha olası. Bu noktada beynimizin ‘5 dk. sonra’ diyerek bizi kandırmak isteyeceğini sakın unutmayın. Böyle bir noktada öncelikli olarak görevi tamamlamayı hedeflemek daha yararlı olacaktır. Yapman gerekenleri başkaları ile paylaş. Yapmayı planladığın bir görevi en az bir kişiyle paylaşmak görevi yapmadığımızda o kişiden gelen ‘neden yapmadın?’ sorusu karşısında kendimizi kötü hissetmemize sebep olur. Bu aslında kendimize kurduğumuz tuzak olarak da adlandırılabilir :) Başkasına karşı mahcup olmayı kim ister ki! Bunun yanında yapmamız gereken görevleri bir kağıda not edip kontrol ederek ‘neden yapmadın?’ sorusunu kendimize de sorabiliriz. Kendini ödüllendir. Bir şeyleri tamamlamanın verdiği olumlu hisle kendini ödüllendir. Bu motivasyonunu arttıracaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta bu ödüllerin bilgisayar oyunu, internette gezinme gibi dikkat dağıtıcı ‘ödüller’ olmamasıdır. Tabi diyet bozucu abur cuburlar da sakıncalı ödüller listesinde sayılabilir. Değişimin zor olduğunu kabul et. Davranışlarımızı değiştirmek zordur. Bunun zor ve çaba gerektiren bir iş olduğunu kabul etmek değişim yönündeki kararlılığı arttırır. Yapmanız gereken işler var ve siz instagram veya facebook’a takılmış durumdasınız. Neden asıl işinizi ertelemek istemediğinizi ve uzun vadede daha iyi hissetmek için şu anda telefonu bırakmanız gerektiğini kendinize hatırlatın. Ertelediğimiz zamanda yaptığımız işin ne kadar keyifli ve önemli olduğunu düşünüp ona odaklanıyoruz. Ancak bir görevi bitirmenin ve başarmanın verdiği hissin bir dizi bölümünü bitirmenin verdiği histen çok daha yoğun ve olumlu olduğunu unutmamak gerek. Yukarıdaki maddeleri uygulayıp bir şeyleri tamamlayınca nasıl hissettiğinize yoğunlaşın. Bu hissi gerçekten çok seveceksiniz. Biz bu listeyi uygulamaya başladık bile! Yaralandığımız bazı kaynaklar: https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/07420528.2019.1607370 https://www.psychologytoday.com/intl/blog/think-act-be/201612/why-its-easy-procrastinate-and-7-ways-break-the-habit http://web.a.ebscohost.com/ehost/pdfviewer/pdfviewer?vid=0&sid=f15ad886-98d4-4091-9def-c78f9de6741d%40sdc-v-sessmgr02

  • Doğayla İyi Olmak

    Hafta sonu bir günümüzü bahçede geçirdik. 1-2 ay içerisinde toplanacak olan elmaların yanında koparılmaya hazır şeftaliler ve üzümler bizi bekliyordu. Merdiveni ağaca dayayıp, bir iki basamak yükseldikten sonra girdiğimiz yemyeşil dünya gerçekten huzuru simgeliyor. “Acaba içime böcek girdi mi” kaygısı da bu huzura dahil. Ayağa batan diken, kirlenen üst, çamurlanmış terlik… Şehir hayatı ile kıyaslayınca, kulağa çok güzel gelen endişeler. Doğa bize çok fazla şey vaat ediyor. İnstagram sayfamızda şu zamana kadar gönderdiğimiz gönderilerin bir kısmı doğal ortamlarda çekilmiş fotoğraflar fark ettiyseniz (biz yeni fark ettik :)). Amerika’da yapılan bir araştırmada stresli bireylerin doğa fotoğraflarına ve şehir fotoğraflarına bakarken verdiği tepkiler incelenmiş. Doğa fotoğraflarına bakmanın stresi azalttığına, şehir fotoğraflarına bakmanın stresi ve hatta öfkeyi tetiklediğine dair sonuçlar elde edilmiş. Yani aslında instagram sayfamızdaki gönderilerle farkında olmadan huzur saçmışız! Şaka bir yana, hafta sonu doğanın içinde olmak, biraz meyve toplamak, traktör ve kazma kürek ile aynı ortamda bulunmak bize iyi hissettirdi. Güzel de fotoğraflar çektik. Bunun üzerine hem hafta sonumuzdan birkaç fotoğrafı hem de doğanın ruhsal durum üzerine pozitif etkisini araştırmalar ışığında sizle paylaşmak istiyoruz. Doğanın ruhsal iyi oluşa katkısı birçok araştırmayla kanıtlanmış. Öyle ki bırakın doğanın içinde olmayı, camdan doğa manzarasına bakabiliyor olmak bile, mutluluğu etkileyen bir faktör. Bir çalışmada pencere manzaralarına göre ofis çalışanları karşılaştırılmış. Sonuçlar, doğa manzarasına sahip bireylerin hayattan daha fazla tatmin aldıkları yönünde. Doğanın insan dikkatini ve hafıza gücünü arttırdığına yönelik bulgular da var. Hafıza ve dikkatle ilgili görevler verildiğinde, doğada yürüyüş yapan insanlar, sokakta yürüyüş yapan insanlara göre daha iyi sonuçlar alıyor. Mesela buradan ders çalışmak için doğal bir ortamı seçmenin bize avantaj sağlayacağı çıkarımını yapabiliriz. Doğa ile temas içerisinde olmanın, doğa ile ilişkili bir faaliyet yürütmenin, psikolojik iyi oluş ile doğrudan ilgili olduğu da kabul edilmiş bir bulgu. Depresyon tanısı almış bireylerin, doğa ile ilişkili bir aktiviteden sonra kendisini daha iyi hissettiği bulunmuş. Yalnızca depresyon tanısı almış bireylerde değil, genel popülasyonda da doğanın olumlu duyguları uyandırdığı kabul edilen bir gerçek. Doğada fazla vakit geçirmek, duygu düzenleme becerilerimizi arttırıyor. Yani keder, kaygı gibi bizi zorlayan duygularımızı kontrol edebilmemize yardımcı oluyor. Çevre psikolojisi alanı altında yapılan onlarca araştırma, doğanın insanın psikolojik iyi oluşuna katkı sağladığını ve zihinsel-bilişsel becerileri geliştirdiğini öneriyor. Bizler de bunu az ya da çok hayatımızda tecrübe ediyoruz. İncelediğimiz birkaç araştırma ve kendi tecrübelerimize dayanarak şu kıssayı çıkarıyoruz; hafta sonları evde oturmak yerine çıkıp dolaşmak, yürümek, yapraklara dokunmak, toprağı hissetmek, temiz havayı koklamak, doğal bir ortamda yüzmek, koşmak, piknik yapmak, meyve toplamak ve çiçekleri sulamak gibi bizi dinç tutacak ve modumuzu yükseltecek aktiviteleri daha sık yapmalıyız. Üşenmemek ve biraz netflix’ten kopmak gerekiyor :) Geçirdiğimiz güzel bir günün ardından yüzümüzde tebessüm ve elimizde bir kova meyve ile evimize döndük. Yoğun tempolu şehir hayatımıza dönerken, depolamış olduğumuz bu enerji bize 1 hafta kadar yetecek gibi duruyor! Görüşmek üzere. Not: Konuya ilgi duyanlar, çevre psikolojisi (psychology of environment) ile ilgili kaynakları okuyabilirlar. Okuduğumuz çevrimiçi kaynaklardan bazıları; apa.org/monitor/apr01/greengood https://positivepsychology.com/positive-effects-of-nature/ https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/01426397908705892

  • Psikoloji Nedir? Ne Değildir?

    Alandaki kaynakları taradığımızda en çok karşılaştığımız cümlelerin başında ‘Psikoloji, insan davranışını ve zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır.’ gelir. Peki psikoloji bilimi insan davranışını nasıl inceler? Bu soruya cevap vermeden önce bunun tek bir yönteminin olmadığını belirtmeliyiz. Psikologların işi insanladır. Bu yüzden insanın olduğu her yerde çalışıp gözlem ve değerlendirme yapılabilir. Tabi her ortamın kendine göre ayrı değerlendirme kriterleri olduğu için uzmanlaşmak en temel adımdır. Bu sebeple psikoloji biliminin birçok alt alanı oluşmuştur. Bu alt alanların birkaçından kısaca bahsedersek; ‘Klinik Psikoloji’ insan davranışının anormal yönlerine odaklanır. Uygulama odaklı bir alandır. Birçoğumuzun duyduğu ‘psikoterapi’, ‘psikopatoloji’, ‘danışan’gibi terimler bu alt alana aittir. “Psikologla randevum var”, “psikoloğumdan çok memnunum”şeklindeki ifadelerde geçen psikolog muhtemelen klinik psikologdur ya da bu alana yakın olarak ele alınan bir iş yapıyordur. Klinik psikolojiye yakın olarak ele alınan bazı dallar; aile danışmanlığı, psikolojik danışmanlık, bağımlılık danışmanlığı vb.’dir. ‘Sosyal Psikoloji’ toplum içindeki insan davranışının belirli deney ortamları hazırlanarak incelenip değerlendirildiği alt alandır. Sosyal deney diye sıkça duyduğumuz kavram bu alana aittir. Örneğin Zimbardo Hapishane deneyi. ‘Gelişim Psikolojisi’ bir bireyin doğumundan ölümüne kadar uzanan gelişim evrelerinin psikolojik faktörler temel alınarak incelendiği alt alandır. ‘Bir çocuğun hangi yaşta hangi bilişsel evrede olduğu, bireylerin yaşlara göre hayata dair beklentileri, gelişim evrelerindeki davranışsal normlar ve dahası bu alanın konularıdır. ‘Endüstri Psikolojisi' çalışma ortamında bireylerin performanslarına, işveren ve çalışan motivasyonuna odaklanır. Firmaların işe alım süreçleri, marka değeri, ürünlerin satış fiyatları ve pazarlama teknikleri bu alanın ilgilendikleri arasındadır. ‘Adli Psikoloji’ hukuk ve psikolojinin kesiştiği bir alan olarak ele alınır. Bu alanda çalışan psikologlardan, adli konularla ilgili vakalarda değerlendirme yapması beklenir. Çocukların tanık olarak bulunduğu mahkemelerde, boşanma davalarında adli psikologlar görev alır. Öğrenme psikolojisi, insan ve hayvanların öğrenme süreçlerine odaklanır. Davranışlarımızın ve zihinsel süreçlerimizin, öğrenmeler sonucu ortaya çıktığı ve değiştiği varsayımıyla bunların nasıl şekillendiğini ele alır. “Koşullanma” kavramı bu alt alana aittir. Pavlov’un köpeğini muhtemelen duymuşsunuzdur. Evet, o köpek bizim nasıl öğrendiğimizi davranışlarımızın nasıl şekillendiğini bulmamıza yardımcı oldu. Psikolojinin onlarca alt alanı mevcuttur. Birkaçından bahsederek, alanın aslında ne kadar geniş olduğuna dair bir fikir vermek istedik. Peki Psikoloji Ne Değildir? Çoğu insan psikoloji biliminin ne olduğuna dair birçok yanılgıya sahiptir. Bu yüzden psikolojinin ne olduğuyla birlikte ne olmadığı hakkında bilgi vermenin de önemli olduğunu düşündük. Psikoloji, bir zihin okuma alanı değildir. Bir psikologla karşılaştığınızda korkmaya gerek yok aklınızdakileri söylemediğiniz takdirde sizden başka kimse bilmiyor. Psikoloji biliminde tavsiye vermeye yer yoktur. Psikologlar bireylerin gidebileceği yollara ışık tutar ve birey istediği yolu seçtiğinde onu destekler. Psikoloji bölümünü bitirenler ‘deli doktoru’ değildir. Birey danışmanlık almak istediği takdirde hayatının her alanında bir psikologla görüşebilir. Psikologlar ilaç yazmaz. İlaç kullanması gerektiğini düşündüğü danışanları psikiyatrlara yönlendirir. Psikoloji bölümünü bitirdiğimizde maalesef ‘sihirli değneğimizi’ almayı unuttuk. Şaka bir yana hayatta yapılan en küçük bir değişikliğin bile alışkanlığa dönüşmesi için çaba ve zaman gerekir. Bir psikologla görüştüğünüzde ilk görüşmede tüm sorunun bir anda halledileceğini bekleyip hayal kırıklığına uğramayın. Sabır ve çaba ile seanslara düzenli katılım sağlandığında, psikolog ile işbirliği yapıldığında ve değişime dair motivasyona sahip olunduğunda, gerçekten çok yol kat edebileceğinizi görebilirsiniz. :)

bottom of page