top of page

Arama Sonuçları

56 öge bulundu

  • Evde Yeni Düzen: COVID-19 Sürecinde Çocuklara Yaklaşım

    Çocuklara içinde bulunduğumuz durumu nasıl anlatacağız? Bilindiği üzere COVID 19 Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edildi. Virüs, ülkemize geç gelmiş olsa da maalesef ki etkilerini ülkemiz de dâhil dünyanın her yerinde hissettiriyor. Bireyler evlerinde çalışmaya başladı, bazıları görev gereği karantinada duruyor, okullar kapandı, sağlık çalışanları kendilerini evlerinde izole ediyor. Sosyal izolasyon gereği dışarı zaten çıkılmıyor. Televizyonlarda sürekli corona, akşam haberlerde corona, şunlara dikkat edin, bunları yiyin öğütleri, insanlar günlük raporlar için telefon başında… Bu noktada bireyler kaygı, telaş ve üzüntüyle hayatta bir şeyleri kontrol etmek isterken çocuklar da bir kenarda ebeveynlerinin davranışlarını inceliyor. Onların küçücük zihinlerinde ‘corona’ acaba neyi temsil ediyor? Annesi babası ‘corona’ sebebiyle eve gelmediğinde onlar acaba ne düşünüyor? Bu süreçte onlar neler hissediyor? Biz de hem mesleki hem de bireysel olarak zorlu bir süreçten geçerken (tedbir amaçlı karantinadayız), birlikte zaman geçirdiğimiz iş arkadaşlarımızın çocuklarıyla yaptığı görüşmelerde hissettiği zorluğu görüyor, bazen ne diyeceklerini bilemedikleri anlara şahit oluyoruz. Bir de her gün haberlerde çocuklarına ‘Corona var evde kalın’ dedirterek videoya çeken ebeveynleri görmek nedense rahatsızlık vermeye başladı. Düşündüğüm tek konu o çocuk bahsettiği konu hakkında ne biliyor? Tabi bir de tedbir amaçlı 20 yaş altına getirilen sokağa çıkma yasağı konusu var. Bu noktada özellikle ergenlik döneminde çocukları olan ebeveynlere çocuklarıyla iletişimlerini sağlıklı tutabilmeleri konusunda da çok iş düştüğünü düşünüyoruz. Her bireyin özel ve biricik olduğu bilinciyle ve aynı zamanda her gelişim döneminin kendine has özellikleri olduğunu da dikkate alarak, ebeveynlere çocuklarının gelişim dönemlerine göre corona virüs hakkında izleyebilecekleri tutumlar hakkında bir yazı hazırlamak istedik. Erken Çocukluk Dönemi: Bu dönemde bebekler ve küçük çocuklar yaşanan durumların farkında olmasalar da ebeveynlerindeki kaygıyı hissedebilirler. Onların yanında mümkün olduğunca sakin kalmaya çalışın. Günlük işlerinizi, rutinlerinizi mümkün olduğunca korumaya çalışın. Medya ve haberlere maruz kalmalarını mümkün olduğunca engelleyin. Bu dönemde sözel olmayan davranışlar çocuklar üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilir (Dışarı çıkmaktan kaçınma, sürekli el yıkama vb). Sözel olmayan davranışlar konusunda temkinli olun. Bu dönemdeki çocuklar sormadıkça süreç hakkında konuşmaktan kaçının. Ancak sordukları zaman yalan söylemek ya da olayı farklı şekilde ifade etmek yerine mümkün olduğunca doğru bir şekilde benzetmelerle anlatmayı deneyin. Okul Öncesi Dönem: Bu dönemdeki çocuklar etraflarıyla daha ilgilidir ve mikrop, virüs, doktorlar hakkında sorular sorabilir. Güvenlik ihtiyacı bu dönem için önemli bir konudur. Onlara bu ihtiyaçlarının yetişkinler tarafından karşılanacağı ve onları güvende tutmak için çalıştıkları hakkında bilgilendirmede bulunun. Çocuklar bu dönemde etrafındaki insanların sağlığı hakkında da ilgilidirler. Onlara herkesin sağlıklı kalmak ve başkalarının da sağlıklı kalmasını sağlamak için çabaladığını ifade edebilirsiniz. Ellerini yıkayarak sağlıklı kalabileceklerini ifade edin. Oyunlar ve şarkılarla ellerini yıkamayı ve hijyen davranışlarını eğlenceli hale getirin. Okul öncesi dönemde çocuklar gerçek ve mecazı ayırt edemezler. Onların haber ve sosyal medya etkileşimlerini sınırlayın. Medyadan aldıkları kontrolsüz bir bilgi onların dünyasında büyük etkilere sebep olabilir. Bu dönemde de sözel olmayan davranışlar çocuklar üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilir (Dışarı çıkmaktan kaçınma vb). Sözel olmayan davranışlar konusunda temkinli olun. Çocukların rutinlerini koruyabilmeleri konusunda destekleyici ortamı oluşturun. Kreş ya da okullar kapalı ancak onların o zamanki rutinlerini mümkün olduğunca korumaya çalışın. Sağlığı riske atmayacak takdirde onlara yeterli fiziksel teması sağlayarak güvence verin. Çocuğunuzun davranışlarını gözlemleyin. Çocuğunuz rahatsızlık belirtileri sergilemedikçe ve sormadıkça bunlar hakkında konuşmak konusunda ısrarcı olmayın. Ancak sordukları zaman yine olayı çarpıtarak anlatmak yerine basit bir dille gerçeği paylaşın. İlköğretim Dönemi: Bu dönemde çocuklar neler olup bittiğiyle ilgili daha farkında bir tutum içerisindedirler. Aynı zamanda çevrelerinde olan değişimi arkadaşlarıyla (uygun şartlar olduğunda) paylaşma eğilimindedirler. Çocuğunuzla doğruluğundan emin olduğunuz kaynakları baz alarak virüs hakkında konuşabilirsiniz. Bu dönemde çocuklarınızın farkındalığı sizde olacağı için mümkün olduğunca uygun şartlarda anlatmaya çalışın. Çocuğunuz dirençli, kaygılı ya da korkmuş olursa ona karşı ekstra toleranslı olmayı deneyin. Çocuğunuzun yaşadığı kaygıyla nasıl baş edebileceğini ve kendini virüsten nasıl koruyabileceğini ona anlatın. Düzenli uyku, el yıkamak, dengeli beslenmek gibi uygulayabileceği şeylerle kendini koruyabileceğini ifade edin. Sosyal medya ve haberleri mümkün olduğunca minimumda tutun. Rutininizi mümkün olduğunca korumaya çalışın. Çocuğunuzun korku, kaygı gibi bütün duygularını kabullenin. Onu ne geçiştirin (Hiçbir şey yok, bu hiç önemli bir şey değil gibi) ne de yaşadığınız kaygının tamamını yansıtın. Lise (Ergenlik) Dönemi: Bu dönemde ergenler kaygı ve korkularını genellikle arkadaşlarıyla paylaşma eğilimdedir. Bu dönemde korku, kaygı gibi duyguların normal olduğunu paylaşabilirsiniz. Bazı gençler yaşanan bütün durumu görmezlikten gelen bir tutum içerisine girebilir. Bazı gençler ise olayı sürekli mizaha vurarakgeçiştirme tutumu içerisinde olabilir. Ergenler yaşadıkları kaygıyı bu şekilde maskeliyor olabilirler. Onlarla sizinle konuşmaya hazır olduklarını hissettiğiniz bir zamanda sorular sorarak, fikirlerini alarak ve ihtiyaçlarını dinleyerek konu ile ilgili iletişime geçebilirsiniz. Ergenler, okulların tatil olduğu ve sokağa çıkma yasağının içinde oldukları bu dönemde yoğun sosyal medya kullanımı içinde olabilirler. Onların virüs hakkında sürekli bilgiye maruz kalmalarının kaygılarını arttırabileceği yönünde bilgilendirme yapabilir, sosyal medya kullanımı konusunda karşılıklı anlaşma çerçevesinde düzenlemeye gidebilirsiniz. Kendi anksiyetenizi hafifletmek için ergenleri kullanmayın. Ergenler ebeveynlerini, yanlarındaki yetişkinlerin sorunlarını anlayıp yardımcı olmaya çalışabilirler. Ancak virüs hakkındaki korku ve kaygılarınızı kontrolsüz bir şekilde onlarla paylaşmak yerine yetişkin arkadaş veya aile üyelerinizle paylaşmayı deneyebilirsiniz. Umarım içinde bulunduğumuz süreci en kısa sürede ve en az hasarla atlatabiliriz. Hepimize sağlıklı ve keyifli günler diliyoruz.

  • Karantina Günlüğü

    Bu yazı karantinada geçirdiğim sürenin başlangıcını anlatmaktadır. Zorluk, mücadele, tecrübe, yorgunluk, öfke, dayanışma ve daha nice duyguları içinde barındıran bir zaman diliminin kısa betimlemesidir. Instagram hikayelerinde öz-izolasyon adı altında evlerinde film izleyen, temizlik yapan insanlara imrenerek baktığım bir dönemin hikayesidir. Karantinada bulunmak bir yana, yetişkin hayatına bu kadar alışmışken, bir anda boyları benim yarım kadar olan öğrencilerin yurdunda kalmanın, her sabah uyandığımda kafamı ranzanın üst katına çarpmanın, yatağa eğilerek girmenin, umumi tuvalet kullanmanın, kedimden ayrılmanın, köpük tabldotta yemek yemenin, sabah akşam maske ve eldivenlerimizle yurttan işe, işten yurda servisle götürülmenin ve bu süreçte yaşadığım tüm diğer olayların bende uyandırdığı duyguları ve konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşacağım bir yazı olacak sanırım. Yazımın ikinci paragrafına bir şükürle başlamak istiyorum. Çünkü her ne kadar şikayet edersem edeyim, bir işim var ve zor koşullar altında dahi olsa çalışıyorum. Bu süreçte, sağlık çalışanlarından da öte, işsiz kalanların ne kadar zor bir durumda olduklarını tahmin dahi edemiyorum. Bu nedenle içinde bulunduğum durumda zorlanıyor olsam da mümkün mertebe kabullenici olma gayreti içerisindeyim. Her birey farklıdır. Karakteristik farklar, kültürel farklar, sosyal ve ekonomik farklar gibi farklılıklarımız bizi diğer tüm insanlardan ayırır ve hayata dair beklentilerimizin de şekillenmesine neden olur. Hayata dair beklentilerimizin farklı olması ise birbirimizi anlamamızı ve empati kurmamızı zorlaştırır. Bu nedenle ben, MEB yurdunda karantinada kalırken şömine ateşindeki karantinadan şikayet eden insanları anlayamayacağım gibi, maddi bir sorunla karşı karşıya kalan insanlar da beni anlayamayacaktır. Diğer yandan gerçek empati kapasitesine sahip insanların sayısının çokluğundan da şüphelendiğimi söylemeliyim. Her ne kadar yaşadıkları zorlukları tahmin edebiliyor olsam da maddi durumu kötü olan, ekmek parası dahi bulmakta zorlanan işsiz kalmış kişileri tam olarak anlayabiliyorum desem yalan olur sanırım. İkinci dünya savaşından sonraki en büyük sorun olarak nitelendirilen böylesine büyük ölçekli bir salgında tabi ki herkesin kendine özgü problemleri olacaktır. Bu problemlerin küçük ya da büyük olduğuna karar vermek hiçbirimizin haddine değil. Siz de benim yazdıklarımı okuduktan sonra, kendi düşünce ve duygularınıza yönelebilirsiniz. Hatta yaşadıklarınızı yazarak kayıt altına alabilir ve duygularınızın dışa vurumunu sağlayabilirsiniz. Başkalarını anlamaya çalışmak ve dayanışma içinde olmakla birlikte, kendimizi anlamak ve kendi ihtiyaçlarımızı keşfetmek, bence sürecin en önemli parçalarını oluşturuyor. Bugün karantinada kaldığım ikinci gün (yazıya başladığım gün ikinci gündü, ancak yazıyı tamamladığımda karantinanın sekizinci gününü yaşıyorduk). Henüz çok yeni olduğunun farkındayım. Ancak en zor zamanlar ilk zamanlardır. Bu nedenle henüz içinde bulunduğum duruma alışamamışken, aklımdan geçenleri kaleme almak istedim. Bir lise yurdunda kalıyoruz. Dışarıyla bağlantımız yok. Sabah servis bizi alıyor, işe götürüyor. Akşam işten geri getiriyor. İş yerine karantinada olmayan hiç kimse giremiyor. Bu sayede hükümlü ve tutuklulara virüsün bulaşması engellenmek isteniyor. Dışarıdan bakınca belki gerçekten mantıklı gözüken bir önlem bu. Ancak ne kadar mantıklı gözükürse gözüksün, hiçbir gerçek bizim evlerimizi, ailelerimizi, evcil hayvanlarımızı bırakıp karantinaya girdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Sürecin kolay olacağını hiç kimse söylemedi elbette. Daha karantinaya girmeden önce zor bir sürece dahil olacağımızın farkındaydık. İlk günler de bunun kanıtı gibi oldu. Evimizdeki konforu bulamadığımız ranzalar, umumi tuvaletler, en son lise öğrencileri tarafından kullanılmış ve sonra apar topar boşaltılmış, eksikleri olan bir yurt. Yine de gün geçtikçe ihtiyaçlarımız karşılanıyor. Yurdun donanımıyla ilgili eksiklikler birer birer gideriliyor. Daha yaşanılabilir bir ortam oluşmaya başlıyor. Diğer yandan biz de her geçen an daha fazla adapte oluyoruz. Bir kısmımız spor yapıyor, bir kısmımız okey oynuyor, bir kısmımız ibadet ediyor. Sonuç olarak birçok zor durumda olduğu gibi, gruptaki tüm bireyler birbirlerine yardım ediyor ve yeni bir yaşam alanı oluşturuyor. İmece usulünün şart olduğu bir ortamda, hiyerarşinin ortadan kalkışına ve herkesin işin ucundan tutuşuna şahitlik ediyoruz. Aslında içinde bulunduğumuz durum bir deney gibi. Kendimizi ilk başlarda bir reality showun içinde gibi hissetmiştik. Organizasyonun başında olan müdürümüz, özveriyle sıfırdan bir düzen kurma gayreti içerisindeydi. Ama bizim gözümüzden bakınca sanki bu işi yıllardır yapıyormuş ve her zamanki yarışma konseptini bize tanıtıyormuş gibi görünüyordu. Yaklaşık 40 kişilik bir grubun içinden çay görevlisi, kantin görevlisi, vardiyalı temizlik görevlileri seçildi. Yemek dağıtımı ve dışarıdan gelen yemeği indirmek için de birileri seçildi. Oluşturmuş olduğumuz küçük düzende işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı. Sürecin ilerlemesiyle bu iki gün içerisinde benim ruh halim de olumlu yönde gelişti sanırım. Korktuğum, yapamam dediğim şeyleri yapabildiğimi gördüm. Örneğin yurdun alt katına inip duş almak ve yukarı çıkmak gözümde büyüdüğü için iki gün boyunca duş almayı ertelemiştim. Ancak bunu gerçekleştirdiğimde evdeki kadar konforlu bir aktivite olmasa da aslında çok keyifli ve rahatlatıcı olduğunu farkettim. Neresinden baksan toz içinde olan, öğrencilerin kenarlarda bıraktığı eşyalarla dolu sıkışık bir odaya yerleşmek ve buranın temizliğini yapmak da biraz zaman aldı (aslında zaman alan, harekete geçmek için karar alabilmekti). Çok basit gibi görünüyor olsa da bulunduğum yeri kabullenmek, sahiplenmek ve kendime uygun hale getirmek adaptasyonumu ve mutluluğumu arttırdı. Yurtta kalanlar, çoğunlukla tanımadığım kişilerdi. Bu nedenle ilk bir kaç gün yer değiştirmeyi ve yakın arkadaşlarımın bulunduğu başka bir binada kalmayı planlıyordum. Ancak, bilgisayar başında pineklemekten vazgeçip, aktivitelere katıldığım her an kendimi yurt arkadaşlarıma karşı daha da yakın hissetmeye başladım. Üniversiteden mezun olduğumdan beri yeni arkadaş edinmenin zor olduğunu ve eski arkadaşların çok daha kıymetli olduğunu düşünüyordum. Ancak daha fazla şey paylaşmak için fırsat oluştuğunda, farklı insanları daha yakından tanıma fırsatı bulunduğunda, çok güzel arkadaşlıklar kurulabileceğine inandım. Karantina sürecimle ilgili yazılabilecek çok şey var tabi ki. Her zaman için en büyük destek kaynağım, eşimin yanımda olması benim en büyük şansım. Duygu’yla bir kaç günde bir günlük niyetine videolar çekiyoruz. Belki ilerleyen bir zamanda bu videoları da kırpar kırpar sizlerle paylaşırız. Genel bir değerlendirme yapmam gerekirse, şu an durumumdan memnunum. Dayanışmanın, dostluğun, özverinin fazla olduğu huzurlu bir ortamda karantina altındayız. İhtiyaçlarımız giderildi. Ev konforundan uzak olsak da sosyal açıdan zengin bir ortamda, son derece gerçek ama bir o kadar ilginç bir oyun oynuyoruz. En büyük temennimiz, acısıyla tatlısıyla bu oyunun bir an önce bitmesi, normal yaşamlarımıza dönmek ve sevdiklerimize kavuşmak. Ancak o zamana dek, oyunu kuralına göre oynuyoruz ve bol bol eğlenmeye, vaktimizi değerlendirmeye ve içinde bulunduğumuz duruma alışmaya çalışıyoruz. En yakın zamanda, dışarılarda bir yerlerde görüşmek dileğiyle!

  • Dayanıklılık: Zorluklara Karşı Gelişimi Sağlamanın Yolu

    Hayatta başımıza gelenleri kontrol edemiyoruz. Özellikle bu salgın zamanında tüm dünyanın benzer şeyler yaşadığını görmek hayattaki her şeyin, herkesin başına gelebileceği fikrini anlamamızı sağlıyor. Hayata başladığımız anda iyi-kötü bir sürü şeyle iç içe kalıyoruz. Aslında, yaşıyoruz. Hayatta acı çekip çekemeyeceğimizi belirleyemeyiz. Ancak çekeceğimiz acının türünün nasıl olduğunu seçebiliriz. Yaşanan sorununu ardından yıkılıp bitmek de çekilen acıyla güçlenip büyümek de bizim kararımız! Çok ağır yaşam olaylarını olgunlukla yaşayan kişiler olduğunu ya da bizim için küçücük bir olayda başka insanların nasıl yıkıldığını pek çok kere görmüşsünüzdür. Karşılaştığımız sorun her ne olursa olsun onunla hangi tarzda baş edeceğimize biz karar veriyoruz. Peki bu karar neye göre veriliyor? Alanda yapılan çalışmalar sonucunda bireyin baş etme becerilerinin kişilik özelliklerine göre şekillendiği bulunmuştur. Yaşanan sorunlarla baş edebilmede bizim için çok önemli olan ve bahsetmek istediğimiz kişilik özelliği ise; Dayanıklılık. Dayanıklılık, kişilerin olumsuz yaşam olayları ya da stresli durumlara karşı uyum süreci olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda içsel ve dışsal stres kaynaklarına yönelik başarılı ve esnek bir uyum sağlama kapasitesi olarak da tanımlanabilir. Dayanıklılık kavramı iki temel adımı kapsamaktadır. Bunlar: 1. Önemli ve ciddi bir tehdide, olumsuz yaşam olayına maruz kalma 2. Olumsuz yaşam olayına rağmen olumlu adaptasyonun sağlanabilmesi Bireyler bu iki aşamayı tamamladığında dayanıklı olarak adlandırılabilir. Peki, bu iki aşamayı tamamlayabilen, dayanıklı bireylerin özellikleri nelerdir? · Dürtüsel davranışlarını kontrol edebilme ve öfke kaygı gibi zorlu duygularla baş etme becerileri yüksektir. · Zorlu yaşam koşullarına karşı destekleyici bir çevrede ihtiyacı olan veya ihtiyacı olduğu zaman yanında olabilecek aile ve arkadaş ortamı vardır. · Yaşanan olay ne kadar zorlu ve travmatik olursa olsun geleceğe yönelik olumlu bir bakış açısına sahiptir. · Diğerlerine kıyasla daha yüksek benlik saygısına ve öz yeterlilik duygusuna sahiptir. Dayanıklılığın bir süreç olduğu bilinmektedir. Bireylerde dayanıklılık vardır ya da yoktur gibi net bir şey söylemek mümkün değildir. Aynı zamanda ‘Ben fevri tepkiler veriyorum, yalnızım ve iletişime geçebileceğim kimse yok yeteri kadar dayanıklı değilim. Bende dayanıklılık yok.’ gibi şeyler düşünmek yerine içsel olarak esnemek ve dayanıklılığı arttırmak için Amerikan Psikologlar Birliğinin belirttiği, uygulayabileceğiniz yolları sunuyoruz. Bunlar: 1. Aile ve arkadaşlarınızla iletişiminizi arttırın. Diğerleriyle iletişiminizin güçlü olması yaşadığınız zorluklar karşısında sosyal destek almanızı sağlar. Yalnızlığın getirdiği umutsuzluk gibi duyguların oluşmasını engeller. 2. Yaşanan olumsuz olayları baş edilemez olarak görmeyin. Yaşadığımız bazı olumsuz deneyimler; bu bir hastalık, sevdiğiniz birinin kaybı, dünya çapında bir salgın olabilir, hayatta kontrol edemeyeceğimiz şeyler kategorisine girmektedir. Hayatta karşılaşacağımız şeyleri kontrol edemeyiz ancak onlara yönelik yaklaşımımızı kontrol edebiliriz. Karşılaşılan şeyleri kontrol edilemez ya da başa çıkılmaz olarak görmek onlara yönelik adımlarımızı ketleyebilir. 3. Değişimin değiştirilemez olduğunu kabul edin. Hayat akıp giderken biz, ayıcığımız elimizde, üstümüzde en sevdiğimiz battaniyeyle uyumuyoruz. Biz de büyüyüp gelişiyoruz ve hayatın akış yolculuğunda yeni şeylerle karşılaşıyoruz. Bunu değiştiremeyeceğimizi ve kontrol edemeyeceğimizi bilmek, bizim olmayan direksiyonu sürücüsüne teslim etme erdemini göstermek önemlidir. Ancak istediğiniz yöne giden araca binme özgürlüğüne sahipsiniz! 4. Hedefler belirleyin. Hayatta sahip olduğunuz değerleri netleştirip, o değerler ışığında yaşamınızı sürdürmek, karşılaştığınız olumsuz yaşam olayı her ne olursa olsun içsel olarak huzurlu olmanıza yardımcı olur. Hedeflerinizin olması karşılaştığınız zorluklar karşısında ‘dayanıklı’ bir şekilde durmanızı sağlar. 5. Yaşanan travmatik duruma yönelik kararlı ve emin adımlar atın. Yaşanan olumsuz deneyimlere karşı kimi insan içine çekilir ve bir köşede yaşadığı sorunun kendi kendine çözülmesini bekler. Bunun yerine yaşanan problemin çözümüne yönelik kararlı olmak ve bu yönde kişisel gelişiminizi sağlamak dayanıklılığınızı arttırmanızı sağlar. 6. Sorunu fırsat olarak görün. Sorunlar bireylerin kendi beceri ve dayanıklılığını görmesini sağlayan fırsatlardır. Hayatını korunaklı bir şekilde geçiren kişi becerilerini ve kapasitesinin ne olduğunu keşfedemez. ‘Yaşanan sınır durumlar insanların yüzleşmesi gereken kaçınılmaz durumlardır. ‘ Karl Jaspers. 7. Kendinize olan görüşünüzü pozitif tutun. Yaşanan zorlukların sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için öncelikle bunu çözebilmeye yönelik içsel bir pozitif tutum olması önemlidir. Her ne olursa olsun kendinizi sevin. 8. Olaya daha geniş bir pencereden bakın. Olumsuz yaşam olayı, olay yaşandığı anda hayatımızdaki tek ve en önemli olan şey olarak görülür. Hayatınızda tek ve en önemli şey gerçekten o yaşadığınız sorun mu? Ya da o anda hissettiğiniz duyguyu hayatınız boyunca yaşayabileceğinizi gerçekten düşünüyor musunuz? Daha geniş bir bakış açısıyla baktığınızda yaşanan olayın hayatınızdaki gerçek önemini daha kolay görebilirsiniz. 9. İyimser olun. Olaylara karşı iyimser olabilmek, sorun çözme konusunda olumlu bir bakış açısı içerisinde olmak önemli bir dayanıklılık göstergesidir. 10. Kendinize iyi bakın. Kendinize hissettiklerinize karşı duyarlı olun. Vücudunuzun sizden ne istediğine kulak verin. Kendinize zaman ayırın. Spor yapmak, beslenmeye önem vermek bunlar arasında sayılabilir. Sağlıklı beden bireyin karşılaştığı stresli duruma karşı daha ‘dayanıklı’ olmasını sağlar. 11. Size iyi geldiğini düşündüğünüz her ne ise onu yapmakta ısrarcı olun. İbadet, meditasyon, farkındalık egzersizleri, günlük tutmak gibi size faydalı olduğunu düşündüğünüz her ne ise onu yapmakta ısrarcı olun. Ben de günlük hayatımda yaşadığım zorlukları içsel dayanıklılığımı güçlendirerek aşmaya çalışıyorum. O gün yaşadığım sorunu eşimle paylaşıyorum, anneme babama ya da arkadaşlarıma anlatıyorum. Bazen sadece durup derin bir nefes alarak tepkilerimi düzenliyorum ya da karşılaştığım ‘soruna’ olumlu bakış açısı getirerek karşımdaki kişinin ‘aslında ne demek istediğini’ anlamaya çalışıyorum. Bazı durumlarda da beni zorlayan olaya bir adım geriden bakarak bu olayın benim için gerçekte nasıl bir önemi olduğunu anlamaya gayret ediyorum. Kendinize iyi bakmak, kendinize yönelik olumlu bir tutuma sahip olmak, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmak, yaşadığınız olumsuz olaylar karşısında daha güçlü olmanızı, ruhsal olarak sağlam durmanızı aslında ‘dayanıklı’ olmanızı sağlar. Karşılaştığımız yaşam deneyimleri; yıpranmadan, aksine kendimize bir şeyler katarak, krizi fırsata çevirerek, dersler çıkararak, olay sonrasında birey olarak bizlerin gelişmesine ve büyümesine olanak sağlayacaktır. Sağlıklı kalın! Kaynaklar: The Construct of Resilience: A Critical Evaluation and Guidelines for Future Work Suniya S. Luthar (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1885202/) https://www.psychologytoday.com/us/blog/media-spotlight/201804/what-makes-us-resilient https://www.apa.org/topics/resilience Sorun Çözme Terapisi- Prof. Dr. Mehmet ESKİN (Altınordu Yayınları).

  • Coronavirüs'e Karşı Ruh Sağlığımızı Nasıl Koruruz?

    Belirsizlik zihnimizi yoran durumların belki de en başındadır. Ne olduğunu tam olarak anlayamadığımız, ne kadar şiddetli olduğunu tam olarak bilemediğimiz, yetkili kişilerin ise şeffaflığından şüphelendiğimiz bir durumda nelerle karşılaşacağımızı bilememenin verdiği kaygı, psikolojik olarak yıpranmamıza neden olur. İyi niyetle yapılan rahatlatıcı açıklamalar dahi, alışkın olmadığımız uygulamalar ile karşılaştığımız bu durumda içimizdeki şüphe ve korkuyu engelleyemeyebilir. Tüm bu şüphe ve korku, insanların birbirleriyle yaptıkları sohbetlerde gün yüzüne çıkıyor. Gün yüzüne çıktıkça, en az koronavirüs kadar hızlı yayılıyor. Bir noktadan sonra sadece fiziksel sağlımızı değil, ruhsal sağlığımızı korumak da bir o kadar önem kazanıyor. Salgının iyi bir şey olmadığı kesin. Ancak hakkında çok az şey bilinmesi nedeniyle ortaya çıkan onlarca rivayet, fazlaca kargaşa ve kaygıya sebep oluyor. Yaşadığımız bu kaygı hayat kalitemizin düşmesine ve ruh sağlığımızın olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet veriyor. Peki, biz salgınla birlikte, ruh sağlığımızı da koruyabilmek adına neler yapabiliriz? 1) İhtimalleri Düşünün ve Plan Yapın Salgınla ilgili tüm senaryoları düşünün. En iyi ihtimal, en kötü ihtimal ve diğer tüm ihtimalleri çıkartın. Tüm bu senaryoları kafanızda canlandırarak nasıl önlemler alacağınızı ya da başınıza neler gelebileceğini düşünün. %81 ihtimalle hafif atlatacağınızı, %14 ihtimalle orta şiddetli atlatacağınızı, ya da % 5 ihtimalle ciddi bir rahatsızlık geçireceğinizi göz önünde bulundurun. En kötü olasılıklardan birinde yoğun bakıma alınacağınızı ve yoğun bakımın çoğu zaman bu hastalığı atlatmakta etkili olduğunu ya da ölme ihtimaliniz olduğunu ve böyle bir durumda ölümle yüzleşmek için nasıl hazırlanabileceğinizi, ailenizle nasıl iletişim kurabileceğinizi, onlar için ya da kendiniz için neler yapabileceğinizi düşünün. Sevdiğiniz insanların nasıl sonuçlarla karşılaşabileceğine dair tüm senaryolara hazırlanın, onlara nasıl yardımcı olabileceğinizi, onlarla neler paylaşmak istediğinizi düşünün. En kötü senaryonun gerçekleşeceğini düşünmek bunun ortaya çıkma ihtimalini arttırmaz. Ancak sizin olabilecek en kötü şeye dahi hazır olmanıza yardımcı olur. Gerçekleşmesi çok daha muhtemel olan, virüse yakalansanız dahi hastalığı çok hafif bir şekilde atlatacağınız senaryoyu da düşünmeyi ihmal etmeyin. Bu senaryoda da sosyal yaşantınızla ilgili yapmanız gereken planlar olabilir. Belirsizliği azaltmanın en iyi yollarından biri olası tüm senaryolar için zihinsel olarak kendimizi hazırlayabilmektir. 2) Kendinizle İlgilenin ve Özbakımınızı Aksatmayın İçinde bulunduğunuz panik havasının normal olduğunu kabul edin ve hissediyor olduğunuz kaygıdan dolayı kendinizi suçlamayın. Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilan ettiği bir salgın karşısında gülüp eğlenmemizi kimse beklemiyor. Böyle bir zamanda kaygılanmak oldukça sağlıklı bir duygudur. Bu kaygıyı biraz azaltmak ve eve hapsolmuş olsak dahi kendimize gösterdiğimiz ilgiyi yitirmemek adına bazı davranışsal çözümler üretilebilir. Uykunuza dikkat edin ve uyku düzeninizin bozulmasına izin vermeyin. Evde çalışıyor olsanız dahi günlük rutininizin aksamasına izin vermemek için, eski uyku düzeninizi korumaya çalışın. Beslenmenize dikkat edin. Uzun vadede depresyonu tetikleyebilecek abur cuburları yememeye çalışın. Hazır gıdalar hem bağışıklığınızı azaltabilir hem de kendinizi daha kötü hissetmenize neden olabilir. Bunun yerine meyve, sebze, Omega 3 içeren besinler gibi sağlıklı ve duygu durumumuz için faydalı besinleri tüketmeye çalışabilirsiniz. Gerçek bir çikolata da (buna en yakını bitter) size iyi hissettirebilir. Spor salonuna gidemeseniz dahi spor yapmaya devam edin. Hareketsizlik böyle bir zamanda emin olun hiç birimize yardımcı olmaz. Evde uygulanabilecek birçok egzersiz uygulaması var ve bunlardan bir kısmı size bu salgın günlerinde eminim daha iyi hissettirecektir. Kendinizi kaygılı hissettiğiniz zamanlarda, düşüncelerinizi biraz uzaklaştırmak ve rahatlamak adına Mindfullness, Yoga vb. meditasyon uygulamalarını kullanabilirsiniz. Bu konuda Youtube’dan bulacağınız egzersizler size yardımcı olabilir. Diğer yandan dini pratikleri yerine getirmek de size kaygıları azaltmak için yardımcı olacaktır. 3) Evde Geçirdiğiniz Zamanı İyi Değerlendirin. Evde çalışmanız gerekiyorsa, öğrenciyseniz, ev hanımıysanız ya da başka bir nedenle süreç içerisinde yaşamınız ev ortamında geçiyorsa, bunu bir zorunluluk olarak görmek yerine tadını çıkarabileceğiniz boş bir zaman dilimi olarak görmek, yaşanan krizin olumsuz etkilerini yumuşatır ve belki de oldukça verimli bir dinlenme dönemi geçirmenize olanak sağlar. Bunu yapabilmek için günlük yapılacaklar listesi oluşturmak, ev içi küçük aktiviteler düzenlemek, aile ve arkadaşlarla irtibat sağlamak-online buluşmalar yapmak, ertelediğiniz şeylere başlamak, kitap okumak, film izlemek gibi faaliyetlerde bulunabilirsiniz. 4) Ellerinizi Yıkayın ama Aşırıya Kaçmayın! Uzmanların sıklıkla uyardığı belli başlı konular var. Bunların başında elleri daha sık yıkamak geliyor. Bu durum önlem amacıyla, gerçekçi sınırlar içerisinde kaldığı müddetçe bizi koruyucu olacaktır. Ancak gerçek sınırlarının dışına çıktığında, örneğin 20 saniye yerine birkaç dakika el yıkandığında, ya da risk arz eden bir yere dokunulmadığı halde sürekli olarak el yıkama dürtüsü gösterildiğinde normalin biraz dışına çıktığımızı fark etmek iyi olabilir. 5) Sosyal Medyayı Sınırlayın! Nefes almaya ihtiyaç duyduğumuz, hayatımızı sadece bu salgından ibaret görmememiz gereken bu dönemde, aşırı sosyal medya takibi kaygılarımızı arttıracak unsurlardan biridir. Gerçekçi olmak gerekirse günde sadece bir ya da iki kez gelişmeleri takip etmek amacıyla medya ve sosyal medya organlarına şöyle bir göz gezdirmek yeterli olacaktır. 6) Yardımsever Olun ve Gülün! Başkalarına küçük ya da büyük yardımlarda bulunmak, bağışıklığımızı kuvvetlendiren unsurlardan biridir. Biraz ilginç ve inanması güç olsa da araştırmalar böyle diyor. Bu nedenle birlik olmak, etrafımızdakilere küçük de olsa yardım etmek, en basitinden onları arayarak nasıl olduklarını sormak dahi böyle bir dönemde bize daha iyi hissettirir, bağışıklığımızı arttırır ve sosyal ilişkilerimizin sağlamlığını pekiştirir. Benzer bulgular gülme davranışı için de söz konusu. Gülmek hem kaygımızı azaltan, hem de bağışıklığımızı arttırma ihtimali olan bir davranış. Bu nedenle her ne kadar zor günlerden geçiyor olsak da kendimizi ve etrafımızdakileri güldürmeyi es geçmemek gerekiyor. Birçok hayat olayıyla mücadele etmemiz yetmiyormuş gibi, bir de virüs nedeniyle evlere kapandığımız bu günlerde zaman zaman öylece durmak ve zamanımızı boş bir şekilde geçirmek isteyebiliriz. Bundan daha normal bir şey olmasa gerek. Tavsiyelerimiz genel olarak hayatı aktif olarak düzenlemekle ilgili olsa da, ihtiyaçlarımızı fark etmek ve öncelikle onları karşılamak her şeyden önce gelir. Sağlıklı kalın. Yararlanılan kaynaklar; https://www.psychologytoday.com/us/blog/millennial-media/202003/practicing-self-care-in-the-face-coronavirus https://www.psychologytoday.com/us/blog/anxiety-depression-and-health/202003/how-de-catastrophize-your-anxiety https://www.psychologytoday.com/intl/blog/helping-humanity-thrive/202003/coronavirus-how-reduce-high-anxiety https://www.psychologytoday.com/us/blog/anxiety-files/202003/staying-home-during-the-pandemic https://www.bbc.com/news/health-51873799

  • Depremlerle Yaşamak: Psikolojik Bir Savaş

    Çoğu zaman fark etmesek de yaşadığımız bu gezegen bir canlı ve onun üzerinde bulunduğumuz müddetçe, tam olarak güvende olduğumuzu hissetmek bir yanılsamadan ibaret. Depremlerin bu kadar sık yaşandığı, can kayıplarının tekrarlandığı, her gün onlarca kez silkelenen bir coğrafyada yaşayan bireyler olarak, deprem kaygısını yenmek için deprem gerçeğini unutmaya çalışmak yerine, onu daha fazla hatırlamak, farkında olmak ve gerek donanımsal gerek ruhsal önlemler almak aslında en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olarak görünüyor. Doğu’da ve Batı’da deprem fırtınaları devam ederken, Marmara Bölgesi yıllardır büyük bir depremin beklentisiyle yaşıyor. Ortaya çıkan irili ufaklı her deprem, içimizdeki kaygı ve korkuyu da tetiklemeye devam ediyor. Son zamanlarda deprem kaygısı nedeniyle birçok kişi bize yardım talebiyle başvurdu. Bu yüzden hem kendimize hem de etrafımızdakilere yardımcı olabilmek amacıyla biraz araştırdık. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, belli başlı teknik, yöntem ve yönergelerle kaygıyı azaltmak, etrafımızdakileri ve çocukları bilinçlendirmek ve korkuları bir nebze azaltmak mümkün olabilir. Ancak psikoloji biliminden deprem kaygısını ortadan kaldırmak adına büyük mucizeler beklemek de karşılanamayacak bir beklenti oluşturacaktır. Farklı durumlarda deprem kaygısıyla nasıl mücadele edilebileceğine dair aşağıdaki başlıkları inceleyebilirsiniz. Çocuklara Karşı Yaklaşım · Çocuklarla ve ergenlerle duygularıyla ve depremden nasıl etkilendikleri ile ilgili konuşun ve sıcak bir temas kurun. · Basit ve dürüst cevaplar verin. · Aynı detayları birçok kez tartışmaya hazırlıklı olun. Çocuklar defalarca aynı soruları tekrarlayabilir. Sabırlı yaklaşmak en doğrusudur. · Deprem karşısında çocuğun suçlanacak bir konumda olmadığını ona net bir şekilde gösterin. Gerek kendi yaşadığınız depremde, gerek başka ülkelerde yaşanan depremlerde ve doğal afetlerde, bunun ilahi bir güç tarafından gönderilen bir ders, sınav ya da ceza olduğuna dair düşünceler geliştirmesine izin vermeyin. Çocuk yaşananlardan dolayı kendini suçlayacak konuma gelmemeli ve hata yapmaktan korkmamalı. · Onlara yetişkinlerin de her zaman yaşanan tüm olayları anlayamayabileceğini belirtin. Her şeyi açıklayabilecek konumda olmak zorunda değilsiniz. · Sevecen, destek veren, istikrarlı bir ebeveyn olmaya çalışın. · Fiziksel aktiviteye dayalı oyun ve egzersiz yapmalarını teşvik edin. Kendiniz İçin Neler Yapabilirsiniz? · Deprem sırasında ve yaşanan artçılar esnasında beynimiz adrenalin salgılamayı sürdürür. Bu ‘kaç ya da savaş’ tepkisi göstermemize ve sürekli olarak alarm halinde kalmamıza neden olur. Bu beklenen bir durumdur. Bu nedenle kaygınızın yükseldiği zamanlarda kendinize anlayış gösterin, sabredin ve zorlandığınız zamanlarda aşağıdaki kaygı giderici yollardan bazılarını deneyin. Kaygınızın arttığı, kendinizi tetikte hissettiğiniz durumlarda yavaş ve ölçülü nefes alıp vermek sizi biraz rahatlatacaktır. · Sosyal destek kaynaklarınıza ulaşmaya çalışın. Paylaşma ihtiyacınızı giderin. · Aileniz, arkadaşlarınız, komşularınız ve iş arkadaşlarınızla duygularınız ve düşünceleriniz üzerine konuşmaktan çekinmeyin. · Kişisel ihtiyaçlarınız, aileniz ve işiniz arasında denge gözetmeye gayret edin. Kendinizi dinleyin ve her zaman ‘evet’ demek zorunda olmadığınızı bilin. · Dengeli beslenin. Düzenli beslenmek stresle başa çıkmanızı kolaylaştırır. · Fiziksel olarak aktif olmaya gayret edin. · Kaygılarınızı azaltmak için kas gevşetme ve nefes egzersizlerinizi hayatınıza sokmaya çalışın. · Hayatınıza küçük mücadeleler sokmaya gayret edin. Yeni şeyler üretmek, küçük şeyler başarmak size daha iyi hissettirir. · Olumlu gelişmeleri gülerek yansıtın. Gülmek stresinizi azaltır. · Kendinize karşı sabır ve anlayış gösterin. İşler şu anda iyi gitmese de bunun geçici olduğunu unutmayın. Deprem Anında Yaşanan Kaygıyı Kontrol Edebilmek İçin Alınabilecek Önlemler · Önceden belirleyeceğiniz yaşam alanında (mesela sağlam mobilyaların yanı) ailece vakit geçirebileceğiniz etkinlikler düzenleyebilirsiniz. Bu alanda yapılacak olan kitap okuma, oyun oynama gibi aile etkinlikleri, tabi ki depremi sevinçle karşılamanızı sağlamaz. Ancak yaşam alanının güvenli algılanmasına, olumlu yaşantılarla ilişkilendirilmesine ve kaygıların azalmasına yardımcı olur. · Güncel deprem bölgelerinden birinde değilseniz dahi, belirli aralıklarla ev içi deprem tatbikatları yapabilirsiniz. Ailece güvenli bölgede çömelme, başı ve enseyi koruyacak şekilde kapanma hareketlerini tekrar ederek, hem deprem sırasında ne yapacağınızı pekiştirir hem de bu hareketlerin aile fertlerine daha az garip gözükmesine ve gerektiğinde uygulamaya konulmasında tereddüt edilmemesine olanak tanırsınız. Deprem anında ne yapacağınıza dair bilinmezliği ortadan kaldırmak, kaygılarınızın azalmasındaki en önemli faktörlerden biridir. · Çocuklarınıza birbirinizden ayrı olduğunuz bir anda depreme yakalandığınız takdirde, en kısa süre içerisinde onlara ulaşacağınıza dair güven verin. · Deprem sırasında aşırı bir heyecan yaşayacağınızdan ve doğru karar alamayacağınızdan korkuyorsanız, nefes egzersizleri konusunda kendinizi geliştirin ve gerektiğinde kaygılarınızı azaltmak için kullanın. · Afet çantanızı hazır edin ve kolay erişilebilir bir yerde tutun. Kaygı insanların farklı durumlara karşı geliştirmiş olduğu endişeleri ifade eder. Temelde deprem kaygısı diğer kaygılardan çok farklı değildir. Bu nedenle başa çıkma yollarının da yukarıda gördüklerinizden daha spesifik olabileceğini söyleyemeyiz. Yaşadığınız sorunun geçici endişelerden ibaret olduğunu düşünüyorsanız kaygıyı azaltması beklenen klasik teknikler size iyi gelecektir. Depreme karşı alınabilecek tüm önlemleri almak ve hazırlıkları tamamlayıp bir acil durum planı geliştirmek de bu kaygıyı azaltabilecek en önemli hususlardan biridir. Depreme dair ciddi bir korkunuz varsa ve bu durum artık hayata odaklanmanızı ciddi derecede zorlaştırıyorsa bunu yenmek için en iyisi profesyonel bir destek almak olabilir. Sağlıklı ve güvenli günler dileriz. Yararlandığımız kaynaklar: https://www.psychologytoday.com/us/articles/199405/the-earthquake-people https://www.adventhealth.com/blog/staying-calm-during-and-after-earthquake https://www.mentalhealth.org.nz/assets/ResourceFinder/Tips-for-coping-after-an-earthquake-latest.pdf https://www.huffpost.com/entry/reduce-earthquake-anxiety_b_934862 https://www.crisistextline.org/blog/earthquakeanxiety

  • Sydney Günlüğü: Yeni Bir Hayatı Keşfetmek

    Uzun zaman önce planlayıp, üzerinde çokça düşünüp bir çırpıda çıktığımız bir yol hikayesi… Bu hikâyede ‘olaylardan’ ziyade ‘hisler’ üzerine odaklanacağım. Gitme günü yaklaştıkça saran heyecan, Avustralya hakkında daha çok konuşma ihtiyacı, arkadaşlarımızın yorumları ve ailelerimizin endişesiyle birlikte geldi. Bu noktada karşılaştığımız tepkiler ise ’Orada yangınlar var aman dikkat edin.’, ‘Böceklere karşı tetikte olun.’, ‘Yol da çok uzaktır uçak sıkıcı olur, onca yol nasıl biter!’ gibi oldu. Yeni tecrübeler yaşamak ve deneyimler elde etmek bizim için her zaman öncelikli oldu ve bu öncelikle yaşadığımız çoğu kaygının üstesinden geldik. Bu nedenle Avustralya'ya gitme  sürecimizde hem etrafımızdakilerin yorumlarını hem de kendi iç kaygılarımızı fazla umursamadan biletlerimizi alıp gitme gününün heyecanı içine girdik. Ancak insan tabi ki etkileniyor ki Avustralya’ya inerken uçakta acaba yangınlar buradan görünür mü diye bakmadık değil! Ancak göremedik. Sonrası birtakım aksaklık ve şaşkınlıkla geldi ve sevgili arkadaşımız Ertan’ın güzel ev sahipliğiyle tamamlandı. Bu noktada ben, Duygu, en son üç yıl önce yurtdışına çıkmanın etkisiyle olsa gerek Avustralya’da hem çok yabancı hem de çok tanıdık bir yerde gibiydim. Avustralya Avrupa’ya ne kadar benzese de bir o kadar farklı. Avrupa insanında hissettiğim soğukluk ve mesafe burada yoktu. Aslında Avustralya’da bu mesafeyi ve sizi ötekileştirme yaklaşımını sergileyebilecek belli bir çoğunluk yok. Yani Avrupalılar, Asyalılar, Hintliler ve daha fazla milliyetten insan temelde sadece Avustralyalı. Ülke herkesi kabul ediyor ve sen hiçbirinin arasında sırıtmadan, turist olduğun çok da belli olmadan şehirde oralı gibi rahat rahat dolaşabiliyorsun. Keyifli. Tabi bu keyifli ortamı hissetmemizde tatilde olmamızın etkisini de azımsamamak gerek. Türkiye’nin kaosunu, sorumluluklarımı ve günlük kaygılarımı yaklaşık on beş bin kilometrede bırakıp bambaşka bir ‘hayatta’ tatil yaparken mutsuz olmak da biraz ayıp olurdu. Avustralya’da geçirdiğimiz zaman içinde sıcak, gülümseyen ve her ne iş yapıyorsa yapsın mutlu olan insanlarla iletişime girmek, otobüsten inerken şoföre ‘teşekkür ederim’ deme nezaketini gösteren insanları görmek şaşırttı ve Avustralya tatilimde çoğu zaman yüzümde bir tebessümle dolaşmama sebep oldu! Burada aynı zamanda insanların ne iş yaptığının hiç kimse için bir önemi olmadığını, biz her sabah işe giderken üzerimize giydiğimiz rollerin ardından yürürken (ne iş yaptığımız ne kadar para kazandığımız ne kadar lüks eşyamız olduğu) onların eğlenmek ve hayattan keyif almak için yanına aldıklarıyla (hobileri ve ilgi alanları) yürüdüklerini gördüm. İnsanların ne iş yaptıklarının önemi olmadığı gibi kim ne iş yapıyorsa yapsın Avustralya’nın en büyük şehrinde, Sydney’de bile birçok imkana rahat rahat ulaşabilme lüksü olduğunu gördüm. Böylece 'İnsanlar arasında belirgin bir sosyo-ekonomik fark olmasaydı nasıl bir ‘hayat’ olurdu?' sorusunun cevabını öğrendim. Hayatı yeniden keşfedin! Ben bu sefer bambaşka bir hayatı keşfettim. Dünyanın öbür ucunda bir hayat nasıl olur? İnsanlar nasıl yaşar? Mutlu mudur yoksa yaşanan kaygılar her yerde aynı mı? Başka bir dünyada kadın olmak nasıldır? Başka bir dünyada insanların bakışı buradaki gibi önemli olur mu, hani o sosyal baskı dediğimiz? Keşfettiğim bu hayat beni çok mutlu etti. Bu başka hayatta kadın olarak var olmak da para kazanmak da hayaller kurmak da kolay. Günlük kaygılar az, kendini keşfetme fırsatı fazla. Hayata bakışımda güzel bir pencere keyifli bir deneyim oldu. Teşekkürler. Duygu Çankaya ÇADIRCIOĞLU

  • Yeni Yıl Notu

    Bir yılı daha geride bırakırken bu yılın bana neler kattığını ve hayat hedeflerime ulaşmak için önümde beni bekleyen yıla nasıl bir hazırlık yapmam gerektiğini paylaşmak istedim. 2019 benim için bir önceki yılın sonunda yaşadığım yeniliklere adapte olma yılı oldu. Bu yılda rutinin dışında olarak kayıplar, yeniliklerle karşılaştım. 2019 yılı benim için farkındalıkların yılı oldu da diyebilirim. Katıldığım eğitimler, yüksek lisans dersleri, iş hayatındaki tecrübelerim… Aslında, bakınca çok da ekstra olmayan birkaç şey bahsettiğim. Ancak benim için yeni olan hayatımdan geçenleri farklı bir gözle değerlendirebilme becerisini kazanmak. Bunun da bir süreç olduğunu biliyorum. Fakat farkındalık yolunun başında olsam dahi bu becerimi geliştirmek bana gerçekten iyi geldi. Dediğim gibi yolun çok başındayım. Aslında kaç yaşında olursam olayım hayata karşı hep ‘yeni’ olacakmışım gibi hissediyorum. Her yeni yılda her yeni yaşta öğrenecek şeyler mutlaka olacak. Her yaşın tecrübesi, yeniliği, mutluluğu, acısı başka ve ‘yeni’ olacak. Hatta rutini bile yeni gelecek, yani ben öyle düşünüyorum. Bir de ‘ne yapsam her şey aynı, her günüm aynı’ girdabı var. Burada önemli olan ben nasıl her yıla ‘yeni’ isem her yılın, her günün de bana ‘yeni’ gelmesi. Her güne içinizdeki çocuğun gözlerinden merakla ve hevesle bakmak! İşte o zaman renkler daha canlı, yüzler daha net oluyor. O heyecan ve hevesle her şey daha parlak! Her şeyin gerçekten daha parlak olduğu bu günlerde, yeni yıl süslerinin arasında, 'yeni yılda yapılacaklar listesi' mutlaka hazırlanır. Çünkü yeni yıl demek yeniliklerin başlangıcı demek! Bu günlerde içimizdeki çocuk yılın diğer zamanlarına göre biraz daha görünür oluyor. Etrafındaki ışıklardan dolayı mutlu, yeni yılın getireceklerine karşı heyecanlı! Bir de yılın sonuna bakalım; 2019 yılına bir hevesle girmiş ve kendime hedefler koymuşken elimde kalan ‘işte yine olmadı, spora tam anlamıyla başlayamadım’, ‘hala kendime uygun bir işte çalışmıyorum’, ‘hayır demeyi bir türlü öğrenemedim’ ve başaramadığım diğer şeylerin listesi oluyor… Tabi bunların bir önemi yok! Çünkü yeni bir yıl benimle ve bu yeni yılda da spora başlamak, hayır demeyi öğrenmek ve bol su içmek gibi yeni hedeflerim olacak. Bu yapılacaklar listesi bir süre gündemde kalacak ve  sonra büyük ihtimalle unutulacak. Aynı kısır döngü… Bu yıl yeni bir yapılacaklar listesi oluşturup bir süre sonra listedeki maddeleri unutmak yerine içinizdeki o hevesli ve gerçekten heyecanlı çocuğu tüm yıl boyunca canlı tutmaya ne dersiniz! Tüm dikkatinizi amaçlarınıza odaklamak yerine sizi amaçlarınıza götürecek değerlere odaklanmanızı istiyorum. Değerlerimiz işler zorlaşsa bile amacımıza ulaşmak için sınırlarımızı zorlamamıza yardımcı olur. Amaçlarımız uzun soluklu ve zorsa bu yolda karşılaşacağımız tüm zorluklara karşı durmamızı sağlar. Değerlerimiz pusula gibidir. Bizim için önemli ve bize uygun amaçlar edinirsek buna ulaşmamız için bize yön gösterir. Değerlerimiz, amaçlarımıza ulaşmak için aldığımız yolda kendimizi tamamlanmış ve tatmin olmuş hissetmemizi sağlar. *Elbette her amacımıza ulaşamayabiliriz ancak hedeflerimize uygun yaşamanın ve değerlerimize sahip çıkmanın tatminini hissederiz. Aşağıda sunduğumuz egzersizle yeni bir yıla girerken öz değerlerinizi netleştirmek ve amaç odaklı olmak yerine sürecin tadını çıkarmaya ne dersiniz? Egzersize mümkün oldukça odaklanmanızı bekliyoruz. Aşağıda sunduğumuz listedeki her bir değer için 1= Önemli değil, 2= Oldukça Önemli, 3= Çok önemli diye yazın. Kabulleniş: Kendime, diğerlerine, hayata karşı kabullenici olmak. Macera: Maceraperest olmak, aktif şekilde araştırmak, keşfedip uyarıcı deneyimler yaşamak. İddialı olmak: Haklarım için atılgan bir şekilde direnip istediğim bir şekilde direnmek. Otantiklik: Kendime ve başkalarına karşı samimi ve gerçek olmak Güzellik: Kendime, diğerlerinde ve doğada olan güzelliği takdir etmek. Özen göstermek: Kendime, diğerlerine veya çevreye karşı özenli olmak. Zorlama: Kendimi geliştirmek, öğrenip ilerlemek için sınırları zorlamak. Şefkat: Acı çeken kişilere iyi davranmak. Katkı: Kendime ve diğerlerine yardım ederek pozitif bir fark yaratmak. Uyum: Kural ve zorunluluklara saygı gösterip uymak. Bağ Kurmak: Yaptığım şeye tam olarak kendimi verebilmek ve diğerleriyle birlikte tam anlamıyla var olmak. İş Birliği: Diğerleriyle birleşerek iş birliği yapmak. Cesaret: Cesur olmak, korku, tehdit ya da tehlikeye karşı direnmek. Yaratıcılık: Yaratıcı, yenilikçi olmak. Merak: Açık fikirli ve ilgili olmak; keşfetmek ve bulmak. Desteklemek: Kendimde ya da diğerlerindeki değerleri ödüllendirmek. Eşitlik: Diğerlerine de kendimle eşit derecede davranmak. Heyecan: Heyecanlı, uyarıcı etkinliklerle meşgul olmak. Adil Olmak: Kendime ve diğerlerine karşı adil olmak. Formda Olmak: Fiziksel ve zihinsel sağlığıma ve iyi oluşuma dikkat etmek. Esneklik: Değişen şartlara hızla ayak uydurup adapte olmak. Özgürlük: Hayatta nasıl davranacağımı kendim seçmek ve diğerlerine de bunu yapabilmeleri için yardım etmek. Arkadaş canlısı olmak: Diğerlerine karşı dostane, anlayışlı ve uyumlu olmak. Affedici olmak: Kendime ve diğerlerine karşı affedici olmak. Eğlence: Eğlence dolu aktivitelere odaklanmak. Cömertlik: Kendime ve diğerlerine karşı paylaşımcı ve verici olmak. Minnettarlık: Kendimin, diğerlerinin ve hayatın bütün yönlerine karşı minnet ve şükran dolu olmak. Dürüstlük: Kendime ve diğerlerine karşı dürüst, doğrucu ve samimi olmak. Espri: Hayatın esprili yanlarını görüp takdir etmek. Alçakgönüllülük: Alçakgönüllü ve tevazu sahibi olmak. Bağımsızlık: Kendimi destekleyip bir şeyleri kendi yöntemimle yapmak. Yakınlık: Çok yakın kişisel ilişkilerimde kendimi açıp paylaşmak. Adalet: Adalet ve eşitliği savunmak. İyilik: Kendime ve diğerlerine karşı iyi, şefkatli, anlayışlı, özenli ve dikkatli olmak. Sevgi: Kendime ve diğerlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmak. Dikkat: Bilinçli ve farkında olmak; şu an, buradaki tüm deneyimlerime karşı açık ve meraklı olmak. Düzen: Düzenli ve organize olmak. Açık Fikirlilik: Olayları başkalarının gözünden görebilmek ve kanıtları adil bir şekilde değerlendirebilmek. Sabır: İstediğim şey için soğukkanlı ve toleranslı bir şekilde beklemek. İstikrar: Sorun ya da zorluklara rağmen durmadan devam etmek. Zevk: Kendime ve diğerlerine zevk yaratıp zevk vermek. Güç: Diğerlerinin üzerindeki otorite ya da baskıya karşı direnerek sorumluluğu alıp yönlendirmek ve organize etmek. Karşılıklılık: Alma ve verme konusunda adil bir dengenin olduğu ilişkiler kurmak. Saygı: Kendime ve diğerlerine saygılı olmak, kibar ve saygılı bir şekilde davranmak. Sorumluluk: Davranışlarıma ve doğurduğu sonuçlara karşı sorumluluk alabilmek. Romantizm: Romantik olmak, aşk ya da güçlü etkilenişi ifade etmek. Güvenlik: Kendimin ve diğerlerinin güvenliğini sağlamak, korumak. Öz farkındalık: Kendi düşünce, his ve davranışlarının farkında olmak. Kişisel Bakım: Sağlığıma ve iyiliğime bakıp özen göstererek ihtiyaçlarımı karşılamak. Kişisel Gelişim: Bilgi, beceri, karakter ve hayat tecrübesi anlamında büyüyüp gelişmek. Kişisel Kontrol: Kendi ideallerimle doğru orantılı hareket etmek. Duygusallık: Beş duyumu devreye sokacak deneyimleri keşfetmek, yaratmak ve onlardan keyif almak. Beceri: Becerilerimi sürekli pratik edip geliştirmek ve onları uygularken tam olarak kendimi vermek. Destek: Kendime ve diğerlerine karşı destekleyici, yardımsever ve cesaret verici olmak. Güven: Güvenilir, sadık, inançlı, samimi ve emin kişi olmak. Listede olmayan kendi değerlerinizi buraya yazın. Listedeki her değeri 1= Önemli değil, 2= Oldukça Önemli, 3= Çok önemli diye puanladıktan sonra listenin üstünden bir kere daha geçin ve sizin için önemli olan altı tanesini işaretleyin. Şimdi seçtiğiniz bu altı değeri bir kâğıda yazarak önümüzdeki birkaç ayda yanınızda taşımanızı ve ara sıra bakmanızı istiyoruz. Çünkü öz değerlerinizle ne kadar bağlantıya geçerseniz, amaçlarınıza ulaşmak için ilerlediğiniz süreçte daha motive ve ilham sahibi olarak uyumlu bir şekilde hareket edersiniz. Not: Değerlerimiz ve davranışlarımız arasında büyük farklar olabilir. Hayatımızın her anında değerlerimize göre yaşayamayız. Böyle bir zorunluluğumuz yok. Hayatın her anında bir değer diğerinin önüne geçebilir hatta tamamen değişebilir. Katı olmadan, beni motive ettiği sürece değerlerime bağlı kalabilirim. Ben, kişisel bakım, kişisel gelişim, güven, otantiklik, özgürlük değerlerini bu yıl ‘içime sinen ben’ olabilmek için seçiyorum, ancak kendimi zorlamadan. Bana iyi geldiğini hissettiğim sürece. Everest Dağına tırmanmak isteyen birinin değerleri büyük ihtimalle cesaret, kişisel gelişim ve macera olacaktır. Bu kişi Everest’e tırmanamasa da değerlerine uygun olarak cesur ve maceracı olarak yaşadığında kendini tamamlanmış ve değerlerine uygun yaşamış biri olarak hissedecektir. İçindeki çocuğun heyecanıyla hayattan aldığı doyum fazla olacaktır. Öyle ise bu yıl yapılacaklar listesi oluşturup kalıplara girmek yerine değerler listesi belirlemek ve bu değerlere uygun olarak daha esnek bir yıl geçirmeye ne dersiniz? Mutlu ve amaçlarınıza ulaşabildiğiniz ve bu yolda bolca keyif alacağınız bir yıl dileriz! Kaynak: Harris, R. Özgüven Boşluğu (2019), Diyojen Yayıncılık.

  • Sigarayı Bırakmak: Özgürlüğe İlk Adım

    Alanda bulunduğum süre içerisinde iş arkadaşlarımdan sıklıkla aldığım ve yanıtını birkaç kelimeyle veremeyeceğim bir soru var: Sigarayı nasıl bırakabilirim? Hayatımızda herhangi bir konuda değişim istiyorsak, o konu hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Böylece süreci kontrol edebilme becerisine sahip olabiliriz. Bu sebeple yukarıdaki soruya direkt cevap vermek yerine biraz süreçten bahsetmek istiyorum. Sigaraya başlamak ergenlik döneminde arkadaş etkisi, havalı görünmek, sosyal kabul gibi durumlardan kaynaklanabiliyor. Kişi eğer şanslıysa ve o dönemde sigaraya başlamadıysa bile risk tamamen bitti diyemiyoruz. Yoğun ve stresli yaşam koşulları, stresli iş ortamı ve yine sosyal kabul gibi sebeplerle o hüzünlü sahne gerçekleşebiliyor ve birey yaşadığı gerginlik ve stresle baş edebilme amaçlarıyla sigaraya başlayabiliyor. Böylece bağımlılık süreci; bağımlılık durumunu inkar, asla bağımlı olmayacağına dair kendine güven duygusu, sigarayı istediği zaman bırakabileceğine dair inançla pek de varlığını hissettirmeden başlamış oluyor. Tabi bir de sigaranın ilk başlardaki rahatlık verici, stresi azaltıcı etkileri onu daha da cazip kılıyor. Ne iyi bir şey! Bu durum aslında sigaranın beynimizde bulunan ödül sistemini uyarıcı etkisinden kaynaklanıyor (Aslında bu sistemi koşu yaparak, yazı yazarak veya sevdiğiniz herhangi bir etkinlikle de aktif hale getirebilirsiniz.). Sonrasında ise bireyler yatkınlıkla da ilişkili olarak sigara kullanmak için güçlü bir istek duymaya başlıyor. Bu aşama psikolojik bağımlılık olarak adlandırılabilir. Bu bağımlılığa etki eden düşünceler ise ‘Aldığım bir madde var ve iyi hissediyorum, zevk alıyorum ve kaygım azalıyor neden bu iyi hissetme hissini sürdürmeyeyim ki!’ gibi düşüncelerdir. Ancak bir müddet sonra vücudumuz tek bir sigaradan elde edilen iyi hissetme, gevşeme veya rahatlama hislerini iki, üç veya daha fazla sigara kullandığında hissetmeye başlar. Yani aynı etki için daha fazla içme ihtiyacı oluşur, bu da fizyolojik bağımlılık olarak açıklanır. Böylece artık beynimizde bulunan ödül sisteminin çalışma düzeni bozulmuş olur ve sigara kullanılmadığında vücudumuzda gerginlik, rahatsızlık, asabiyet, depresif hissetme, aile veya arkadaşlarla geçimsizlik, konsantrasyon güçlüğü, yerinde duramama ve sigara içme arzusu gibi ‘yoksunluk belirtileri’ ortaya çıkar. Yani sigara içme davranışı başlangıçta sosyalleşmek, sigara içen arkadaşlara uyum sağlamak ve zevk almak için ortaya çıkarken (psikolojik bağımlılık), ilerleyen süreçte çoğunlukla sigara içmemenin oluşturacağı olumsuz etkiden kaçınmak için gerçekleştirilir (fizyolojik bağımlılık). Sigaranın vücudumuzda neleri etkilediği ve bağımlılık sürecinin nasıl olduğunu gördükten sonra baştaki soruya dönebiliriz: Sigarayı nasıl bırakabilirim? Sigara bırakma sürecini uzun bir gece yolculuğu gibi düşünebilirsiniz. Bu yolculukta yatağımızdaki gibi mışıl mışıl uyuma imkânımız yoktur. Bu yolculukta bize rahatsızlık veren birileri mutlaka olur. Bazen kaygılanırız hatta belki otobüs arıza bile yapabilir. Ancak kararımızı verip biletimizi aldığımız ve o otobüse bindiğimiz müddetçe yol nasıl olursa olsun hedefe eninde sonunda ulaşırız! Peki biz bu yolculuğa nasıl başlayacağız? Sigara bırakmayı düşünen çoğu insan için ilk başta akla gelen şeyler; sigaranın ne kadar kötü bir şey olduğu, vücudu nasıl etkilediği, bu zamana kadar ne tür tahribatlar bıraktığı gibi konulardır. Ancak sigarayla ilgili tüm bu olumsuz ve üzücü gerçeklerin farkında olmak sigarayı bırakma motivasyonumuzu arttırmak için yeterli değildir. Öyle ise değişim aşamalarının ilkinde belki de bu zamana kadar pek de denemediğiniz bir yöntem olan sigarayı bırakmanın artıları üzerine odaklanmaya ne dersiniz? Sigara içmediğinizde elde edeceğiniz bütün olumlu sonuçların bir listesini yapabilirsiniz. Sigarayı Bıraktığımda Elde Edeceğim Şeylerin Listesi Daha rahat nefes alacağım. Özdisiplin kazanacağım ve böylece ertelediğim şeyleri yapabilme motivasyonum olacak. Kendime saygı duyacağım. Başka bir hobiye/etkinliğe bütçe ayırabileceğim. Kendimi daha sağlıklı hissedeceğim. Sigaranın bıraktığı koku üstümde olmayacak. Kendinizi motive ve heyecanlı hissediyorsanız bir sonraki aşamaya geçebilirsiniz. Bu aşama yardım toplama aşaması olarak da ifade edilebilir. Karar verdiniz ve motive hissediyorsunuz ancak nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız ALO 171’den veya https://alo171.saglik.gov.tr/# internet adresinden bu konuda destek alabilirsiniz. Sigarayı bırakma sürecinde doktorunuzun verdiği tedaviye uyarak sigara içmediğinizde hissedeceğiniz olumsuz etkilerle baş edebilirsiniz. Bu aşamada ilaç tedavisinin yanında danışmanlık almak ya da kendine yardım yolları öğrenmek de oldukça önemlidir. Biz buna yönelik önerilerde bulunmak istiyoruz. Öncelikle sigarayı bırakmanın olumlu sonuçlarını yazdığınız listeyi mümkün olduğunca yanınızda taşıyın. Bu kendinize verdiğiniz sözü ve o listeyi yazarken hissettiğiniz pozitif enerjiyi yanınızda tutacaktır. Sigarayı bırakmak için kendinize bir gün belirleyin. Sigara arkadaşlarına bir süre ara verin. Yeterli uyuyun, dengeli beslenin ve bol su için. Kendinizi ruhsal olarak kötü hissettiğinizde sigara içme ihtiyacı hissettiğinizde hazırladığınız listeyi tekrar tekrar okuyun, elinizde tutun. Son aşama topladığınız tüm bilgi ve aldığınız tüm yardımları uygulama ve harekete geçme aşamasıdır. Bu aşamayı mümkün olduğunca sürdürmek ve alınan kararların ardında durmak önemlidir. Ancak sigara içme isteğinden tamamen kurtulmanın bir yolu olduğunu söyleyemeyiz. Sigara içme isteği geldiğinde; Mümkün olduğunca sigara içmeyi erteleyin. Nefes egzersizleri ile isteği hafifletmeyi deneyin. Bunu özellikle stresli hissettiğinizde gelen sigara içme isteğine yönelik faydalı bir yöntem olarak kullanabilirsiniz. Nefes egzersizleri gevşemenizi sağlar, böylece sigara içme isteğiniz azalır. Sigaranın oluşturduğu ağız alışkanlığına sağlıklı alternatifler bulun. Su içmek, sakız çiğnemek olabilir. Dikkatinizi ‘sigara içme’ fikrinden uzaklaştıracak şeyler yapın. Yürüyüş yapmak, televizyon izlemek, başkalarıyla sohbet etmek vb. Bahsedilen yöntemler bu istekle baş edebilmeniz için faydalıdır. Ancak yine de baş edilemeyen ve ‘bir kere’ de olsa sigara içilen zamanlar olabilir. Böyle kaçamaklar sürecin bir parçasıdır. Davranışlarımızı değiştirmek her zaman kolay bir süreç değildir. Yeniden sigara denediyseniz ya da sigaraya başladıysanız bu her şeyin bittiği ve sonucun bir felaket olduğu anlamına gelmemeli. Siz sigarayı bırakmaya karar verdiniz ve bazı yolları denediniz. Başarı hissini tattınız. Eskisinden daha güçlüsünüz çünkü sürecin nasıl işlediğinin, ilerlediğinin farkındasınız, kendinizin ve becerilerinizin farkındasınız. Zor olabilir ama emin olun ilk denediğinizdeki kadar zor değil! Sigara bırakma fikri ile ilgili herhangi bir aşamada uygulayabileceğiniz bir uygulama paylaşmak istiyoruz. Bu uygulama sayesinde kendinize şefkatle ve anlayışla yaklaşacak ve neler başarabileceğinizi görebileceksiniz. Haydi başlayalım! Gözlerinizi kapatın. Hoşunuza giden ve orada olmaktan keyif aldığınız bir yeri hayal edin. Dağlarda, ormanda yürüyorsunuz ya da harika bir denizin kıyısında güneşleniyorsunuz. Size keyif veren her ayrıntıya odaklanın ve vücudunuzun gevşemesine izin verin. Kaslarınızın rahatlamasına izin verin, gerilimin kollarınızdan ve bacaklarınızdan akmasına izin verin ve vücudunuzun gevşemesine ve öyle kalmasına izin verin. Huzur dolu hissettiğinize, rahatladığınıza dikkat edin. Şimdi hala orada, rahatlık ve huzur ortamındasınız. O ortamda sigara içmeyen biri olduğunuzu hayal edin. ‘Sigarayı bıraktığınızda elde edeceğim şeylerin listesi’nin üzerinden gidin ve listeye yazdığınız her bir madde için aklınızda şunu tekrar edin, hayal edin. ‘Şimdi daha rahat nefes alacağım ve bu hoşuma gidiyor. Kumsal boyunca rahatça koşabilirim ve bunu istiyorum. Çevremdeki hava taze ve temiz ve kendimi iyi hissediyorum. Kendime saygı duyuyorum. Şimdi daha fazla özsaygım var ve birçok şeyi başarabileceğim hissi... İstediğim diğer şeylere meydan okuyabileceğim ve yeni şeyler deneyebileceğim. Harcamak için daha çok param olacak…’ Bütün maddeler için hayal ettiğiniz huzurlu ortamda yapabileceklerinize odaklandıysanız gözlerinizi açabilirsiniz. Nasıl hissediyorsunuz? Sağlıklı bir nefes dileğiyle! Not: Bahsedilen uygulamayı linkteki video eşliğinde yapmanız daha fazla odaklanmanıza yardımcı olacaktır. (https://www.youtube.com/watch?v=r3fE6FQT82s) Kaynaklar: Şengezer, T. Tütün Bağımlılığında Bilişsel- Davranışçı Tedavi Yöntemleri. Güncel Göğüs Hastalıkları Serisi 2016; 4 (1): 97-103. Burns, D. İyi Hissetmek. (2005) Psikonet Yayınları. Uzbay, İ. T. Beyin Nasıl Bağımlı Olur? Askeri Tıp Akademisi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Psikofarmakoloji Araştırma Ünitesi. Meslek İçi Sürekli Eğitim Dergisi.

  • Sevgi Tohumları

    Ülkemizde ne yazık ki son zamanlarda çok fazla acı haber alıyoruz. Her hafta onlarca kadın cinayeti gerçekleşiyor ve bu cinayetlerden bir kısmı medya ve sosyal medyada geniş yer buluyor. Bu üzücü olayların son zamanlarda bu kadar gündemde kalıyor olması da aslında ortaya çıkan cinayetlerin sayısındaki artıştan kaynaklanmıyor. Sadece toplum olarak kadın hakları konusunda biraz daha bilinçleniyor ve tepkimizi hep birlikte göstermek istiyoruz. Ancak ne yazık ki, kadın cinayetleri ve kadın cinayetlerinden de öte, şiddet, bu toprakların çok uzun yıllardır içinde bulunduğu bir hastalık gibi. Üzülerek söylemek gerekir ki iyileştiğimize dair herhangi bir belirti de göremiyoruz. Bu yazıyı hem şiddet gösteren mahkumlarla, hem de mağdur olan kadınlarla çalışma geçmişi bulunan psikologlar olarak yazmak istedik. Toplumun kanayan bir yarasına biraz da psikoloji alanının içinden bakmayı ve üzerimize birey olarak düşen görevleri tartışmayı amaçladık. Tüm bunları tartışmadan önce Ceren, Şule ve adını bilmediğimiz yüzlerce mağduru anıyoruz. ‘Keşke’ diyoruz, bir şey ifade etmeyeceğini bilerek. Ve ‘son olsun’ diyoruz, son olmayacağının farkında olsak da… Öncelikle, tüm bu cinayetlerin sorumlusu olan katillerin, ne tür kişilik özelliklerine sahip olduklarını ve ne tür psikopatolojiler taşıdıklarını anlamanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Halk arasında psikopat ya da sosyopat diye adlandırdığımız bu tip insanların çoğu kişilik bozukluğu* tanısı alır. Kişilik bozukluğu tanısı almış bireyler, bunun bir psikiyatrik engellilik olarak kabul edilmesinden dolayı devletten engelli maaşı dahi alır. Bu bireylerin tedavi edilebilmesi pek de gerçekçi olmayan bir durumdur. Bu kişilere genellikle belli başlı beceriler kazandırılabilir. Ancak tam olarak normale döndüklerini görmek çok zordur. Bu kişilik özelliklerine sahip bireyler empatiden yoksundur. Düzenli bir hayata sahip olamazlar, düzenli bir işte çalışamazlar. Dürtüsellerdir, kendilerini kontrol etmekte zorlanırlar (hatta kendilerini kontrol etme ihtiyaçları olduğunu düşünmezler). Harekete geçmek ya da geçmemek konusunda karar alırken, herhangi bir davranışın kendilerine zarar verip vermeyeceği üzerinde dururlar. Karşı tarafın ne hissedeceğini anlamak, onların yerine kendilerini koymak bu kişilerin sahip olabileceği bir yeti değildir. Ceren’i aramızdan alan katil, Ceren için üzülemez, onun kaybolan geleceğini algılayamaz, ailesinin acısını kavrayamaz. Bunu gerçekten yapamaz çünkü o yetiye sahip değildir. Bu tip kişilerle çalışıyor olmak çoğu zaman bizi de gerçekten çok yoruyor ve olaylara bu kadar farklı açılardan baktığımızı görmek, onlarla aynı türden geliyor olup olmadığımızı sorgulatıyor. Gerçek şu ki, bu tip insanlar çoğumuzun normal olarak düşünebildiği şeyleri düşünemeyen, algılayamayan, sosyal normlardan kopuk, kendisine zarar gelmeyeceğine ikna olduktan sonra her türlü sapkınlığı yapabilecek kişiliğe sahiplerdir. Bu anlattığımız insan tipi aslında sizlere de o kadar yabancı değil. Haberlerde sıklıkla şahit oluyorsunuz. Peki bir insan bu kişilik özelliklerine nasıl sahip olur? Tartışılması gereken kilit sorunun bu olduğunu düşünüyoruz. Şöyle bir bakıyoruz da tüm bu üzücü olaylardan sonra en çok konuşulan iki şey ‘kadın hakları üzerine bilinç’ ve ‘infaz sistemindeki değişiklikler’. Ancak yaşanan bu olaylarda daha büyük etkisi olduğuna inandığımız başka bir husus var; toplumsal normlara yabancı, ahlaki değerleri farklı, şiddet eğilimli, bencil, empati becerisinden yoksun insanların yetiştirildiği şartlar! Ebeveynlik bilincinin ve becerilerinin zayıf olduğu çok sayıda anne-babanın varlığı ne yazık ki daha büyük problemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Gözlemlediğimiz kadarıyla bu kişilerin birçoğunda karşılaştığımız bazı ortak yetiştirilme koşullarından bahsedelim; 1) Şiddet görerek terbiye edilmek 2) Sevgiden yoksun büyümek ya da şartlı sevgi görmek 3) Anne ve baba arasında çocuk yetiştirme konusunda çatışmalar olması (mesela herhangi bir olaya babanın şiddetli tepki vermesi, annenin kucaklayıcı yaklaşması) 4) Küçük yaştan itibaren sorumluluk alamamak (anne-baba tarafından tüm ihtiyaçların karşılanması) 5) Anne ve baba arası şiddetli geçimsizliğin çocuğa yansıtılması, çocuğa yansıtılan boşanmalar 6) İhtiyaçların karşılanmaması (maddi ve manevi) 7) Aile tarafından terk edilmek, kimsesiz büyümek, ebeveynlerden birinin kaybı ve çocuğun duygusal ihtiyacının anlaşılamaması 8) Cinsel ve fiziksel istismara uğramak ve aile ve akrabalarından bilinçli bir destek görememek 9) Suç oranı yüksek mahallelerde yetişmek ve bu mahalleler dışında arkadaşa sahip olmamak Gözümüzden kaçan ya da yazıyı yazdığımız sırada aklımıza gelmeyen bazı maddeler illaki vardır. Bu maddelerden bir kısmını yaşamış olan çocuk ve ergenlerin bozuk bir kişilik yapısına sahip olacağını da kastetmiyoruz. Ancak kişilik bozukluğu yaşayan bireylerin önemli bir kısmı çocukluğunda bu maddelerin en azından 2-3 tanesini deneyimlemiştir diyebiliriz. Bu maddeleri yazmış olma amacımız, gelecek nesillerin kendilerini güvende hissedebileceği, kaygıyla arkalarına bakmadan yürüyebileceği kaldırımlar inşa etmek için neler yapabileceğimizi tartışmak. Bu konuda resmi makamların ve toplumun tüm bireylerinin sorumluluk alması gerektiğini biliyoruz. Yazımızın son bölümünü birey olarak hangi noktalara odaklanabileceğimize dair küçük bir tartışmaya ayırdık. Toplum içinde meydana gelen şiddet olaylarını öfke ve üzüntüyle karşılıyoruz. Bu tepkilerimiz çok insancıl. Vefat edeni anmak, protestolara katılmak ve şiddeti lanetlemek dışında elimizden bir şey gelmediğini hissediyoruz. Belki ne yaparsak yapalım bir anda tüm bu şiddet olayları bitmiş olmayacak. Ancak 20 sene sonraki Türkiye’nin kaderi bizim elimizde. Bu nedenle her bireyin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi gerekiyor. Anne baba adayları ya da anne babalar belirli bir zaman içerisinde çocuk yetiştirmekle sorumlu olur. Birçok ebeveyn çocuğuyla elinden geldiğince ilgilenmek ve onun ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak ister. Ancak bunun yanı sıra bizim yetiştirmediğimiz çocuklardan da belirli bir oranda sorumluyuz. Diğer çocukları da hata yaptıklarında anlayışla karşılamalı ve onlara doğru bir şekilde yol göstermeliyiz. Onları ötekileştirmemeli ve hepsine aynı değeri verebilmeliyiz. Dünya’nın güzel yanlarını hiç görememiş çocuklara aslında büyüdüklerinde iyi bir insan olabilecekleri hissini aşılamak için sevgi tohumlarını ellerine vermeliyiz. Bizler toplum olarak, bu ülkenin çocuklarına sahip çıkmazsak, norm dışı davranışları sıklıkla gerçekleştiren çocukları özellikle ergenlik döneminden sonra geri dönülmesi çok zor ve çamurlu bir yolun içine sokmuş oluruz. Bu yüzden bu bilinci birbirimize aktarmalı ve daha huzurlu bir gelecek için hep birlikte çaba sarf etmeliyiz. Umarız bizi toplum olarak derinden üzen ve isyan ettiren bu vahim olayların yaşanmadığı günlere ulaşabiliriz. Yazımızı Cerenin annesi Gülfer Hanım’ın çok değerli bulduğumuz sözleri ile sonlandırmak istiyoruz; ”Benim tek bir isteğim var, benim ciğerim yandı, hiçbir annenin ciğeri yanmasın. Eğitim sistemi düzelsin, sevgi tohumları eksinler. İnsanlara nefretle bakılmasın. Bizim başka yerimiz yok, bu Türkiye’de yaşayacağız. Hep birbirimize sevgi ve saygı ile bakalım. Belki saygı tohumları olsaydı bunlar yaşanmazdı.” *Burada kastedilen kişilik bozuklukları, B kümesi kişilik bozukluklarıdır (Antisosyal, narsisistik vb.).

  • Yalnız Hissetmek

    ‘İnsanlar, kendilerini, sevginin dünyayı döndüren bir gücü olduğuna inandırmışlardır!’ Dr. David Burns Yalnız olmak ya da yalnız kalmak birçoğumuz için istenmeyen bir durum olarak görülür. Bu düşünce terk edilme, dışlanma gibi sosyal korkuları da beraberinde getirir. Bazen de gerçekten yalnızızdır ve bu yüzden kendimizi çökmüş halde buluruz. Partnerimizle, ailemizle ya da arkadaşlarımızla vakit geçirdiğimizde kendimizi sevgi dolu ve keyif almış hissederiz. Sosyal ortamlardan aldığımız zevk ve biraz da sosyal normların etkisiyle yalnızlık bizim için pek de istenmeyen bir durum olarak görünmeye başlar. Peki kendimizi sevgi dolu ve keyif almış hissetmek için başkalarına ihtiyacımız gerçekten var mı? Yani bu durumda evli, sürekli arkadaşı ve ailesiyle vakit geçiren herkes mutlu mu? Ya da yalnız olan herkes mutsuz mu? Eğer cevabınız evetse üzülerek yanılıyor olduğunuzu söylememiz gerekir. Birileriyle olmak gerçekten mutluluk getiriyorsa sorunlu birliktelikler neden var? Yalnız olmak mecbur kaldığımız ve istemediğimiz bir durum olmamalıdır. Sevdiğimiz ve önemsediğimiz bir insan evimize geldiğinde ona karşı gösterdiğimiz özeni ve dikkati bir düşünün. Kıyafetlerimiz daha özenli, mümkün olan en iyi ikramlar hazırlanmış bir şekilde ve mümkün olan tüm dikkat ve sevecenliğimizle misafirimizi karşılar ve ağırlamaya çalışırız. Konu kendimize geldiğinde de aynı özeni gösterdiğimizde ‘yalnız’ olmanın o kadar da kötü bir şey olmadığını göreceksiniz. Yaşama dair temel tatminlerin çoğunu kendimizden alıyoruz. Kendimizi mutlu etmek için pek çok yol var! Size kendi başımayken yapmaktan keyif aldığım ve bana iyi gelen şeylerin listesini hazırladım. Belki kendinize ayırdığınız randevuda ya da kendinizle kalmak zorunda olduğunuzda daha iyi vakit geçirebilirsiniz! Yalnızken Yapmaktan Keyif Aldığım Şeylerin Listesi: - Kitap okumak - Çiçekleri sulamak - Evi toparlamak - Zeytin bahçelerinin arasında yürüyüş yapmak - Müzik dinlemek - Yemek yapmak - Mağazalarda dolaşmak - Battaniye altında dizi izlemek - Bir kafede kahve içmek Bu liste ya da aklınıza gelen şeyler o kadar da keyifli gelmiyor mu? O zaman Dr. Burns’ün hazırladığı Zevki Öngörme Formunu kullanarak yanılıyor olabileceğinizi size göstermek istiyorum. Formda ilk kısma etkinliği yaptığınız tarihi, ikinci sütuna yaptığınız etkinliği, üçüncü sütuna etkinliği kiminle yaptıysanız o kişiyi, dördüncü sütuna yaptığınız etkinlikten beklediğiniz olası tatmini ve beşinci sütuna etkinlikten sonra ne kadar keyif aldıysanız onun yüzdesini kaydetmenizi istiyorum. Form sonunda tek başınıza olsanız da bir görevi zorlanarak yapsanız da yaptığınız şeylerden beklediğinizden daha fazla tatmin alabileceğinizi göreceksiniz! Bu formda kendi yaptığım etkinlikleri paylaşarak,  yalnız da olsam eğlenebildiğimi ve kendi başıma zaman geçirmenin beklediğimden daha keyifli olduğunu görebildim. Ya da yapmakta zorlandığım ve bir türlü başlayamadığım şeylerin aslında o kadar da zorlayıcı olmadığını fark ettim ve örnek olması adına sizinle paylaşmak istedim. Umarım yalnız olmanın keyifli yanlarını keşfeder ve kendinizle geçirdiğiniz zamanların tadını çıkarırsınız!

bottom of page